17 Ocak 2014 Cuma
Çi-Çi/SON
Cenk şiddetlenmişti.
Çi-Çi ikiyüz kadar çerisiyle Çin kuvvetlerini yarıp geçmişti.
Şimdi geri dönmesi gerekiyordu.
Kalede bıraktığı yüz okçu saklanıyordu.
Şayet kalenin önüne çekebilirse Çinlileri savaşı da kazanabilirdi.
Romalılar kaleden beşyüz adım ötede bekliyordu.
Çi-Çi'nin planına göre; Çin kuvvetleri Romalılarla zaman kaybederken Çi-Çi ve askerleri bir çember oluşturabilecekti.
Kara kılıcını göğe kaldırdı Çi-Çi.
Etrafındaki yüz kara çerisiyle geri çekilmeye başladı.
Akhal Teke öyle koşuyordu ki atılan oklar ancak rüzgarına dokunur.
Çinlilerin peşlerinden koşması gerekiyordu.
Koşmadılar.
Bir çığlık yükseldi Çin ordusunun tam ortasından.
Atlılar geliyordu.
Oklu atlılar.
Tıknaz Çinliler böyle ok atamaz.
Bunlar Hun.
Ho-han ve adamları geliyor.
Çi-Çi bunu hesaba katmamıştı doğrusu.
Romalılar önderleri Pontefix'in işaretiyle ileriye atıldılar.
Çi-Çi Pontefix'e bir göz kırpma anından kısa vakitte bir bakış fırlattı.
Senelerce oturup konuşsalar bu denli anlaşamazlardı.
Emir,rica,şükran...
Her şey bir anda oldu.
Romalılardan gelen çığlık sesleri Çi-Çi'nin gözlerini doldurdu.
İyi Romalılar, kötü Hunlara karşı dayanamadı.
Arbuz haklıydı.
Okçu atlılar Romalıları paramparça etti.
Çi-Çi atını durdurdu.
Ho-Han'ın üzerine sürdü.
Kılıcını delirmiş gibi savuruyordu.
Kılıcın dokunduğu erin belden altı atta kalıyor üstü yerde yuvarlanıyordu.
Çi-Çi kılıcını tekrar kaldırdı.
Bir sıcaklık hissetti ensesinde.
Bir hun oku ensesine saplanmıştı.
Atın üzerine yığıldı.
Akhal Teke şaha kalktı.
Şu dakika Tanrı inse yeryüzüne bu kadar ihtişamlı olur mu?
Dört nala kaleye koştu.
Çi-Çi'nin çerileri kalabalık Çinlileri ve hain Hunları durdurmak için sürdüler atlarını.
Durduramayacaklarını biliyorlardı, ölmek için sürdüler.
Çi-Çi kaleye girdi.
Kalenin içinde 200 kadar asker ve Çi-Çi kaldı.
Ho-han ve Çinliler kapıları zorluyorlardı.
Yolun sonu gelmiş gibi.
Çi-Çi ayağa kalktı.Ayakta zor duruyordu, omzunda bir milletin tüm yükü.
''Cesarete karşı hayranlık duymak ve bağımlı olmayı yüz kızartıcı saymak bizim geleneğimizdir. Atalarımızdan toprakla birlikte devraldığımız istiklâlimizi feda edemeyiz. Mücadele edecek savaşçılarımız hâlâ mevcut iken istiklâlimizi korumalıyız.''
Büyük bir gürültü duyuldu, kapılar kırılmıştı.
Çinlilerin o eşikten geçmeleri iki gün sürdü.
İkinci günün şafağında içeride Çi-Çi ve Arbuz'dan başka özgürlükçü kalmamıştı.
Arbuz sırtındaki on iki okla olduğu yere yığıldı.
Çi-Çi'nin uzun saçları yüzünü örtüyordu.
Gözleri kandan görülmez olmuştu.
Çinli komutan ''Haydi''dedi Ho-Han'a.
Elinde kılıçla yürüyordu.
Çi-Çi başını kaldırdı, Ho-han diz çöktü.
Çi-Çi gülümsüyordu.
Ho-Han ''Ölmek zorunda değilsin'' dedi.
Çi-Çi kafasını eğdi ''Evet,biliyorum'' dedi.
Ölmek üzere olan bir adamdan beklenmeyecek derecede atik bir hareketle kafasını bir anda kaldırdı.
Artık Ho-Han'ın suratında Çi-Çi'nin kanlı tükürüğü vardı.
Ho-Han'ın dizlerinin dibinde ise Çi-Çi'nin kafası.
Çi-Çi'nin güzel kafası sarı toprağın üzerinde yuvarlanıyordu.
Ölmeden önce ''Hain İhtiyar'' dedi.
İhtiyar bir Çinli atının üzerinde gülümsüyordu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.