Uzun zaman sonra sokağa çıktım, gökyüzü ayva reçeli dökülmüş mavi tülbent renginde.Ya da değil bilemiyorum.
Uzun zamandır ayva reçeli görmedim.Aslında ben ayva reçelini sevmem.
Bundan bir buçuk ay önce anadolu gezimin son gününde Antalya'daydım.
Çok ucuza satın aldığım Çin malı bir Yörük çadırının içerisinde hiç bir şey yapmıyordum.
Bu hiç bir şey yapmıyor olma hali oldukça eğlenceliydi.
Böylece aptalca şeyler yapma ihtilami de ortadan kaldırıyordum.
Çadırın sağ üst kısmından dışarıya bakıyordum, sanırım 25 kuruş büyüklüğünde bir pencerem vardı.
Sanırım siz ona ''yırtık'' diyorsunuz.
Güneşe bakarken gözlerimde bir yanma fark ettim.Burnum sulanıyordu.
Belki de sulanmıyordu, sanırım belirsizlik hastalığına tutuldum.
Bir yanlışlık var kıçımda bir ağrı hissediyorum.
Benim kıçım pek ağrımaz.
Ağrı şiddetleniyor ve azalıyor, karadenizin sonbahar dalgalarından daha hareketli.
Kapkara giyinmiş bir adam siyah bir sopayı makatıma doğru ittiriyor.
Ellerimi hareket ettiremiyorum arkamdan kelepçelemişler.
Bağırıyorum, bu sefer kafama vuruyor.
Kafama vurmamalı, çünkü acıyor.
Suçlu değilim, olmadığımı biliyorum, dayak yiyorum.
Beni tanımıyorlar, suçumu bilmiyorlar ama dövüyorlar.
Bir yerlerde yanlışlık var demek istiyorum,ama bu fazla iyimser olacak.
Belki dağlarında ardında hala iyi bir şeyler vardır.
Dağlar?
Dağlardan almışlardı beni?
Belki de ,son iyi şeyi de onlar almak istedi.
Sahi bu adamlar neden siyah giydirmişler?
Acı gerçekten kötü bir şey.
Öldürmeyen her acı güçlendirir derler.
Ben kimseye güçlenmek istediğimi söylemedim.
Suçumu söylemediler, mahkemedeki asık suratlı adam umut tacirliği yaptığımı söyledi.
Yeni bir yasa çıkmış, Umut vergiye bağlanmış.
Ben de ilk kurbanı olmuşum.
Bugün gökyüzü ayva reçeli dökülmüş mavi tülbent renginde.
Belki de değil bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.