24 Kasım 2013 Pazar
Çi-Çi'nin Öyküsü/5
''Alaca bir tepenin ardı belirsiz mavi,
Belki gök belki deniz,
Belgin bir şeyler var belki,
Belki bir kara arbuz.''
''Vururken dutarın teline baksı,
Kesildi küheylanın aksi,''
Çi-Çi elini uzattı,tayın yelesi avuçlarına doldu.
Aklına ihtiyar düştü,gönlüne sevda.
İhtiyar korku veriyordu sevda huzur.
Elbet ki sevda kazanacak.
Korku dolu sarı dünya, oysa; Huzur, bir avuç tuz deryada.
At eğersizdi, Çi-Çi tedbirsiz.
''Tedbir ödleğe gerek.'' dedi kendi kendine.
İhtiyar alma o atı demişti.Erlik'in dediğinin tersini yapmak gerekir.
Çi-Çi obaya yaklaşırken,erleri kılıcını çekti kınından.
Altından bir top yuvarlanıyor, Tanrı'dan haber var sandılar.
Tanrı dahi olsa, bu denli küstahça giremezdi obaya.
Sarı ateş büyüdü,büyüdü,büyüdü.
Ateş topunun üstünden Çi-Çi indi.
Pontefix!!! diye bağırdı.
''Bu atım Akhal'dır.Yemini ver, diğerlerinden ayrı yerde tut.Taydan yukarıda,yardan aşağıda olsun.''
Pontefix ata aşık olmuştu, olmaması düşünülebilir mi?
Helen'in kızı olmalı diye düşündü.
Oysa Helen, Akhal'ın yanında Rumlu fahişelerden halliceydi.
Bu tay Pontefix'in Çi-Çi'ye olan saygısını katmerlemişti.
Tanrıların hediyesi olduğunu düşündü.
''O tanrının gölgesi'' dedi kendi kendine.
''Hayır'' dedi Beydili.
Beydili, Çi-Çi'nin at uşağıydı.
Akhal'ın yanına vardı,elini yüzüne sürdü.
At uykuya daldı.
Tekrar ''Hayır'' dedi Beydili.
''O gölge değil.Tanrı'nın ta kendisi''
''O bir yalavaç''
''Bu duvar da onu Tanrı'ya bağlayacak,insanlar binlerce yıl boyunca bu duvara yüzlerini sürecekler ve ağlayacaklar.
Dünyanın dört bir yanından gelip af dileyecekler.
Bu duvar yalnızca bir duvar değil,bunu görün.'' dedi Arbuz.
Pontefix güldü ''Yüzbaşı Arbuz,sizi üzmek istemem sanırım Tanrıların bundan haberi yok.''dedi.
''Zaman kaybetmemek lazımdır'' dedi Beydili, siz erlerinizin başına dönün, ''Akhal benimledir.''
Pontefix birliğinin başına döndü.
Kılıç sesleri kulakları yırtmaya başlamıştı.
Romalıar Çi-Çi'nin gözüne girebilmek için birbirlerine olanca gücüyle vuruyordu.Kalkanlardan çıkan ses bir kam davulunu dahi bastırabilirdi.
Romalılar Sarı Dünya'da görülmemiş bir şey yapıyordu.
Kalkanlarının neredeyse vücutlarının tamamını kaplıyor oluşu yeterince şaşırtıcıydı zaten.
Ama bu başbaşka bir şeydi.
Hepsi tek bir komutla kalkanlarını birbirlerinin üzerine örtüyor.Kızıl bir kaplumbağaya benziyorlardı.
Yavaş adımlarla ilerlerken hiç bir darbe onları durduramıyordu.
''Olmaz'' dedi Arbuz.Siz hiç Türk okçusu görmemişsiniz.
''Ho-Han'ın atlıları kabuğunuzu paramparça eder.''
Arbuz ile Pontefix arasında yaşananlar hiç de hoş değildi.
İkisi de Yüzbaşı idi.
Ve bu Ordu'nun henüz bir binbaşısı yoktu.
Arbuz sırtından oku çıkardı,yayına gerdi.
Bu yay Tamu'dan çıkmış olmalı.
Tutkalı Erlik'in damağından olmalı.
Oysa ok uçmak'tan türküler söylüyordu.
Pontefix oktan çıkan ıslık sesine şaşıp kalmıştı.
Arbuz gülümsedi,atını çağırdı.
Duvar'a doğru ilerliyordu.
Duvar gittikçe yükseliyordu.
Doğrusu Romalılar duvar işini Türklerden çok daha iyi biliyordu.
Kara kıyafetli iki ulak geliyordu.
Doğrusu pek hayırlı haberler getiriyor gibi değillerdi.
''Çi-Çi Yabgu'yu arıyoruz'' dediler.
Demeleriyle alınlarından oklanmaları bir oldu.
Acaba ne haber getirmişlerdi?
Belki de barış olacaktı.
Belki de Ho-Han yolundan dönmüştü.
Olsun, Tanrı dahi olsa Çi-Çi'nin obasında saygısızlık ölüm demektir.
Böylece obaya iki tay daha katılmış oldu.
Akşama ziyafet var.
Düşmandan alınan taya binilmez.
Davul sesi duyuldu?
Bu Baksı'nın davuluydu.
O gün gelmişti.
Obanın ortasında yakılan alevin etrafında toplanıyordu erler.
Kara Yalaz'ın anlamını herkes biliyordu.
Arbuz kılıcının sapından sıkıca kavradı, obaiçine doğru yürümeye koyuldu...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.