17 Şubat 2014 Pazartesi

Yolcu/1




Uyandı...
Uyuduğunda meleyen koyunların yerinde körüklerin arasında debeleşen kullar.
Ağlaması durmuş bir çağlayan, ve inlemesi durmuş bir bağlama.
Mızrap?
Mızrap yok, Ya elleri?
Utancından göstermiyor yüzünü.
Neredesin sen?
Haydi kalk koş kırk gölün suyuna.
Parmaklarındaki bu siyahlık da ne?
Yas mı tutmuş tırnakların...


Doğruldu oturduğu yerden.Sağı bilmez solu görmez.
Koştu nefesi yeter diyene kadar.
Kimse neden koşuyorsun demiyordu,öyle ya soracak olsalar kendilerinden başlarlardı.


''Bir yudum suyun var mıdır yoldaş'' dedi ilk gördüğü adama.
Adam şöyle bir süzdü yolcuyu,kaşları bir vadi etrafındaki iki tepeyi andırıyordu.
Elini cebine götürdü ve metal bir yuvarlak çıkartıverdi.
Al dedi bununla şu makineden su al.


Yolcu metal yuvarlağa baktı.Üzerinde bir adamın resmi vardı.
Olmaması gerekliydi.Bir şeyler ters gidiyordu.


''Ekber!!!''


Kaba bir ses yolcunun bulunduğu köprüaltını tesirine almıştı.
Her duvar her sütun bu sese destek oluyordu.
Yolcu dayanamıyordu.
Ne olduğunu anlayamıyordu,nefes alacak hali kalmamıştı.
''Kimsin'' diye bağırdı.


Tam da o anda ensesinde tarifsiz bir acı duydu.Arkasına döndü.
O da nesi!Dağ gibi bir adam elinde demirden bir sopa.
''Ekber neredesin Allah'ın belası.Sabahtan beri seni arıyoruz.Müşteri bizi bekliyor.''
İri adam yolcuyu ensesinden kavradı,önüne kattı.
Yolcunun şaşkınlığı adımlarından belli oluyordu.Kimi zaman iki kolunu aynı anda sallıyordu.


Hiç görmediği bir yeri biliyor gibiydi.Düşünmemek açıklamaktan daha evla gelmişti.
Çırpınmak suyu bulandırmaktan başka bir işe yaramıyordu.Bu ölümcül keşmekeş yolcuyu hissizleştirmişti.
Her şey rutine dönüyordu.Hiç tanımadığı bir adamdan yediği tokat o kadar da sıradışı gelmiyordu.
Yolcu yeniden düşünmeye başladı.
Nasıl olurdu,konuşarak anlaşabildiği adamların yazdığı hiç  bir şeyi anlamıyordu.Oysa köyünde okuma yazma bilen bir avuç insan vardı.
Bu bilmediği dil de neyin nesiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.