9 Nisan 2014 Çarşamba

Benzeştiklerim'e Mektuplar/Pişmanım







Bana benzeyen yazarlar genelde ayyaştır.
Oysa ben ayyaş olamayacak kadar parasızım.

Onların muhtaç ve mahkum olduğu bohem benim için 2009 model bilgisayarımın çalışırken nal sesi çıkaran reminde gizlidir.

Ben onlara baktıkça, Tanrının şakacı yönünü görürüm.
Ya Tanrı ufacık bir çocuk, ya da biz deliyiz.
İki ihtimal de birbirinden güçlü.

Üsküdar'daki bodrum katında portakal yemekten dudaklarım sararmıştı.
Sonradan öğrendim ki Bandini'nin dudakları da öyleymiş.

Tuvaletimi kullanamıyordum, sırf bu yüzden ezan saatlerini takip ederdim.
Sonradan öğrendim ki Bukowski tuvaletini rahat yapabilmek için kütüphanelere gidermiş.


Hep Benzeştiklerim'den bahsederdim ya size,
Onlar var.
Ama ölüler.

Son mektubumda onlara veda etmiştim.
Pişman oldum.

Şayet tanrı varsa onlarla buluşmamız çok canımızı yakacak.
Bandini'nin dediği gibi ''tanrım, artık bir ateist olduğum için beni bağışla, ama nietzsche'yi okudun mu? ne kitap!''

Tanrım lütfen onları affet.
Onlara benzediğim için beni de affet.
Ama sen hiç Bunker Tepesi Düşleri'ni okudun mu, ne kitap!

6 Nisan 2014 Pazar

Yollarda/2






Köylü suskundu.
Bir kaç adım öne çıkan çocuğun gözleri dolmuştu.
Biz şehirde yaşardık.Evimizi yıktılar.
Ailemiz parçalandı, abilerim şehirden ev aldılar.
Biz alamadık.
Biz bu kadar kötü insanlar değiliz.

''Bu hep böyle olur.
Her zaman, her yerde böyle olur.
Gecekondular yıkılır, camiiler ve kiliselere kimse dokunmaz.
Yıkılan gecekonduların halkı önce muhtaç kalır.
Artık bir eve ihtiyaçları vardır.
Muhtaç olan insan aynı zamanda isteyen insandır.'' dedim.

Kalabalığa döndüm.
Şimdi söyleyin bana, sizin evinizi kim yıktı?
''Mütahitler'' dediler.
Hayır, sizin evinizi egemenler yıktı.
''Kim bu Egemen'' dediler.

''Parası olan egemendir.Egemen güçsüze hükmedebilendir.'' dedim.
Devam etmemi istiyorlardı, söyleyemediler.
Dile getirilmeyen istekleri severim, samimi olurlar.
Devam ettim.

''Evinizi yıkarlar, camiilerinize dokunmazlar. Çünkü eviniz yıkılırsa umuda ihtiyaç duyarsınız, Tanrı size umut satar.Evsiz olduğunuz için Tanrı'dan umut satın alırsınız, bunun karşılığında ona ibadet edersiniz, sonra devlet size bir ev satar.Ölene kadar onun borcunu ödeyemezsiniz.Artık devlete borçlusunuzdur.Borçlu insan özgür değildir.Devlet böylece yeni yeni köleler elde etmiştir.Sadece soğuktan korunmak için ölene kadar çalışmak zorundasınızdır.''

İşte yirmi birinci yüzyılda kölelik böyle olur.
















Futbôlümüzde Derbi Heyecânı







Sabah 15:00 sularında Fenerbahçe'den ''Bab-ı Ali'de nâhoş nümayiş'' kitabının yazarı Tevfik Selçuk Bey ile, küçük bir fayton kiralayıp, Moda iskelesine doğru yola çıktık.
Geride bıraktığımız yola dönüp baktığımızda bizimle birlikte takriben 60 fayton ve 2000 civarı insan gördüm.
Bu demek oluyordu ki, Beyoğlu'ndan arkadaşlarımıza hoş bir şaşırtı vereceğiz.

Saint Joseph Lisesi'nden aziz Dostum Rıza Ahmet bizi Karaköy İskelesi'nde karşılayacak.
Bir armatör dostumuzun emrimize verdiği küçük tekne ile Moda'dan ayrıldık.
1 saat kadar süre bir yolculuktan sonra Karaköy İskelesi'ne varıyoruz.
Orada Rıza Ahmet'in yanında Berlin'den gelen ortak dostumuz Aziz Maruf da var.
Karaköy İskelesi böyle günlerde hoş bir telâşa tanık olur.
Bu telâş ki; böyle günlerin vaka-i adiyesindendir.

Vel hasıl kelam, küçük teknemizden inip, Beyoğlulu dostlarımızla kucaklaştıktan sonra, futbôl maçını izlemek üzere şirin tepelerin ardındaki küçük alana doğru ilerliyoruz.
Karaköy-Beyoğlu yolu irili ufaklı kitapçılar ve el altından amerikan sigarası satan kaçakçılarıyla meşhurdur.
Hemen birer kitap alıyoruz, ermeni kitapçımızdan.
Harut Amca biz Fenerbahçelilerin çok eski bir dostudur, hakeza Beyoğlulu dostlarımızın da.
Zira, maçta devre arasında kitap okumazsak, içimiz huzura ermez.
Alana 15 dakikalık bir yaya seyahatla ulaşacak noktaya gelmiştik ki,
Cezayir sokağını gördük.
Biz ona her ne kadar Frank sokağı desek de umumiyyetle  Cezayir olarak bilinir.
Umum'un ne işi varsa Beyoğlu'nda.
İkişer kadeh sıcak şarabın ardından, alana yola koyuluyoruz.
Alman çikolatası getirmiş gelen dostumuz.
İçimizi hârlıyor.

Alana geliyoruz.
Rakip hafbekleri bizim ceza alanımıza konak dikiyor.
Maçın sonucunu söylemiyorum.
Zira bu bizim gibi beyefendiler için utanç verici bir olay olur.
Dostlarımızla sarılıp vedalaştıktan sonra evimizin yolunu tutuyoruz.
Eve girdiğimde hanım maçın sonucunu soruyor.
Gülümsüyorum.
''Maç sonucu, sadece avamlar için önemlidir.''












5 Nisan 2014 Cumartesi

Yollarda/1



Ben bir yolcuyum.
Başladığım yeri bilir, gideceğim yeri düşünmem.
Çünkü gaip, geçmişin efendisidir.

Sarı çuvalımda ekmek taşırım, sadece kendime yetecek kadar.
Kıyafetim yoktur, üşümeyecek kadar kalın, terlemeyecek kadar ince hırkalar verirler bana.
Annemle babam, benim varlığımı çoktan unutmuşlardır.
Onlar övünebilsin diye, üniversite okudum.Lise okudum.25 yıl boyunca sürekli okudum.
Hiç bir şey elde edemedim.
Onlara hiç borcum kalmadı.
Evden ilk ayrıldığımda üzüldüler.
Gerçekten üzüldükleri için değil, algıları öyle emrettiği için.
Ölseydim gömeceklerdi, insan sevdiğini toprağa gömer mi?

Ufukta bir köy var.
Köy tabii ki gözükmüyor.Bir minare var.
Köylerde belki fırın yoktur, hekim yoktur, ama minare vardır.

Beklediğimden daha uzun sürdü.
Ufuk; bu uzun ve sarı düzlükte neredeyse hayalin ardında düşmüş.
Hayal ki ezel ve ebedin erişemediği yerde.

Birisini dövüyorlar.
Hayır birisini öldürüyorlar.

''Durun'' dedim sesim duyulmadı.
Çok büyük bir suç işlemiş olmalı.
''Yeter'' dedim işitmediler.
Adam ağlıyordu.
''Allahu Ekber'' diye bağırdım, durdular.
Allah bir insanı daha ölümden kurtardı.

''Neden döversiniz bu adamı be kocamanlar'' dedim, vücudu tanımlanamayacak kadar komik olan adam atıldı.
''Köylünün ambarından buğday çalmış bu orospu çocuğu'' dedi.
Hırsız olmak suç mu? diyecektim, orospuluğun bile suç olduğunu hatırladım.

Cesaretimi topladım.''Hırsızlık suç mudur kocaman'' dedim.
''Senden mi öğreneceğiz meczup'' diye cevap verdi.

Devamını dinlemedim anlatmaya başladım.

''Bu adamın senden farkı nedir? Sizce neden buğday çalmıştır?''

''Hırsız olduğu için'' dediler.

''Hırsızlık sebep değil, sonuçtur.Bu adam aç olduğu için çaldı.Peki bu adam neden muhtarın, askerin ambarından değil de köylünün ambarından çaldı?'' dedim.

''Çünkü onlar güçlü, kuvvetli.'' dediler.

''Sizi kim güçsüz bıraktı?'' dedim

''Hırsızlar'' dediler.

Peki hırsız kim dedim.

''İşte bu dediler.''

''Şu karnı sırtına yapışmış çelimsiz adam mı sizi güçsüz bıraktı?İyi düşün, bu adam bir şeyi güçsüz bırakabilecek kudrette olsa bu halde olur mu?'' dedim.

Sustular.Devam etmemi istiyorlardı, söyleyemiyorlardı.Devam ettim.

''Devlete neden vergi veriyorsunuz'' dedim

''Bize baksın,bizi korusun'' dediler.

''Buradan bakınca kendi kendinizi koruyormuşsunuz gibi gözüküyor.'' dedim.

Gerçekten öyleydi.

Egemen, önce güçsüzleri ayrıştırır, daha güçsüz yaratır.
Böylece nispeten güçlünün, ondan güçsüz üzerinde tahakkümünü sağlar.
Nefretini güçsüze kusan birey, güçlüye karşı zaten olmayan cesaretini kaybeder.
Çünkü cesaret, nefretle perçinlenir.
Hırsız, buğdayı yer.Bundan günler sonra devlet hırsızı yakalar.Hapseder.Hırsız içeride kaldığı süre boyunca, aç kalır.Ezilir.Böylece kendinden biraz daha güçlü olan katmana zulmünü artırmayı düşünür.
Çünkü başına gelenlerin tüm sorumlusu onlardır.
Böylece, güçsüzler bir kere daha bölünmüştür.
Şimdi daha yavuz bir hırsız, daha sinirli bir halk.Daha zengin bir zengin vardır.