Oturduğum turuncu çekyattan yuvarlanıp otobanın ortasına düşüyorum.
Keskin bir tükürük köfte kokusu var, lakin yakınlarda köfteci yok.
Sanki maçın başlamasına beş dakika var ve benim arabam on bin araçlık bir trafikte sol şeritte bekliyor.
Arkamda bekleşen arabaların gidişine izin vermediğim gibi kendim de ilerleyemiyorum.
Zaten çalışacağı meçhul bir arabayla neden sol şeride girersin ki be adam!
Arabaya giriyorum, maç başlamak üzere ama başlamıyor.
Hiç başlamayacak bir maç için yola çıkmış olmak başlamış bir maç için yolda olmaktan daha zor.
Sağdan soldan tanıdık arabalar geçiyor, arabalar birer birer yanımdan geçip gidiyor.
Duruyor olmak mı üzücü geride kalmak mı bilemiyorum.
Bu yalnızlık kaybeden yalnızlığı mı?
Sanmam.
Bu yalnızlık bozuk araba yalnızlığı.
Bir yere yaklaşmış olmak bir yerden uzaklaşmayı gerektirir.
Oysa ben bir yere giderken arkamda bıraktığım çam ağacına üzülüyorum.
Bu uzaklaşmalar hayra değil gibi, zaten ben de pek hayra hevesli bir adam değilimdir.
Eyvah arabam çalışıyor, çalışmıyor mu yoksa?
Asyadan avrupaya at kafası gibi uzanmış kafası karışık anadolu gibiyim.
Götümü ortadoğuya dayayıp, kafamı avrupaya uzatmış olmanın tedirginliği var üzerimde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.