13 Eylül 2014 Cumartesi

Göçer'in Defteri/Nevşehir Yolu



Nevşehir Yolu




Sabah kalkıp yola çıkarken yan çadırımızda Amerikalı arkadaşın şapkamı çaldığını fark ettim,evet şapkam çalınmıştı.
Yerine bir penye bırakmıştı, dünyanın en kirli penyesini şapkama karşılık bırakmıştı.
Şapka neydi? Şapka emekti...

İki saatlik yürüme yolu çıkmamız gerekiyordu, neyse ki yola çıkar çıkmaz bir araba bizi aldı.
Tabii ki ''Hello turiz neriye gitceniz'' dedi, ''Aleykum selam dayı yokuşu çıkar yeter'' dedim.

Adam cevap vermedi, biz de kasasına bindik.Yokuşu bu kasada çıktıktan sonra Kemer yolunu görmüş olduk, bir otostop daha yapıp dilsiz bir adamın kasalı arabasına bindik.
Belki de konuşabiliyordur ama bizimle hiç konuşmadı, zaten bu yolculuklarda geveze şoför ölüm demektir.

Kemer'e 15 kilometre kala bu arabadan da indik,yürümeye devam ettik, bir haftadır arabasına almayan kamyoncular korna çalmaya başlamıştı.Yine almıyorlardı ama varlığımızdan haberdar oldukları da belliydi.

Hemen götümü başımı kontrol ettim, herhangi bir delik çürük çarık yoktu.
Biraz daha yol yürüdükten sonra, Samsunlu bir adamın arabasına bindik, adam tabii ki Trabzon göçmeniydi.

Yolda oldukça sıkıcı ve fakat adam açısından muazzam keyifli bir sohbet gerçekleştirdik, ''Evet tabii, sizin tarlada kesin gömü vardır''

Yolculuk arkadaşım arkeolog olduğu için oldukça darlıyorlardı, her yolculukta aynı şeyleri konuştuk.
Bir tanesi heykel bulmuş, aramızda şöyle bir diyalog gerçekleşti.

-Bu kaç para eder?
-Abi bilmem ki görmek lazım
-Tamam da kaç para eder yani
-Yani hangi dönem olduğuna göre değişir
-Yahu tamam da kaç para bu
-100 bin lira eder abi

Bir doktor arkadaşım anlatmıştı, onu da paylaşayım.

-Doktor bey bir maruzatımız var, bizim hastamız bağırsak ameliyatı oldu da
-Evet
-Şeyi soracaktık biz
-Neyi?
-Hastamız gazete okuyabilir mi acaba?
-Katiyyen okuyamaz okursa ölür.

Ben gazetecilik okuduğum için bana da hep şu tepki geldi ''Sizin iş zor ya''
Annen zor, lan bu da meslek,bana da soru sorun.


Neyse,bırakıyorum bu feodal zihniyeti yolculuğa devam edeyim.
Kemer'de indikten sonra bir saat kadar yürüyüp bir otostop daha çektik, çok tatlı bir kadın aldı bizi arabasına Odtü'de okumuş, o sebepten otostopçunun halinden anlıyormuş.

Hani bir önceki yazıda bahsettiğim köfteci var ya, bizi o köfteciye götürdü yemek yedirdi, 2 bardak da ice-tea içtik.Yemin ederim ömrümde yediğim en güzel yemekti.Köfteyi beklerken gözlerim doldu.

Rastlantı bununla da bitmedi, hani uyandığımda tepemde iki tane amele görmüştüm ya, o ameleler bu ablanın ameleleriymiş.
Abla peyzaj mimarı çıktı.
Yemekten sonra bizi işyerine götürdü, bir arkadaşıyla tanıştık.
Bu arada internet üzerinden aldığı tavuğun tanesi 90 liraymış.Şok geçirdim, kendimden geçtim, civciv 1.5 lira nasıl tavuk doksan lira olabilir.
Dedim abla ver numaranı ben sana tavuk da horoz da yollarım.
Hala yollamadım ama halledeceğim.



Bu abla da bizi Antalya havalimanına kadar bıraktı, yolun geri kalanında Serik diye bir yer var, bizi arabasına alan genç bir arkadaş var.
Onun kürt nefreti falan var orayı geçiyorum.
Ama şunu söyleyeyim, Serik halkının en büyük övünç kaynağı şu ''Buraya kürt giremez''

Manavgat'ta Konya yoluna dönecektik ki hazırlık maçı olduğunu fark ettim,6222 sayılı yasadan ötürü imza atmam lazım.
Karakolu bulduk, imzamı attım, ama imza atmama gerek yokmuş ne tatlı değil mi ?
Bu arada 23 yıllık hayatımda gördüğüm tek iyi polisi de o karakolda gördüm, adam bizi pansiyonda misafir etmek istedi, isterseniz nezarette uyuyun dedi.


O gece Manavgat camisinin kapısında uyuduk, sabah imam ayağıyla dürtükledi ''Kalkın ne işiğiz var burada otel mi burası,zaten müftü gelecek beni yakarsığız'' dedi, bizi kaldırdı.

Millet kilisede bedava yaşayabiliyorken biz camilerin tuvaletine sıçamıyoruz, ondan sonra da kiliseler dinsizlerin yerleri, camiiler Allah'ın evleri diyoruz.

Hadi ben inanmıyorum bu utanç inananlara yetmiyor mu ?

Sabah uyanıp Manavgat'tan Konya yoluna çıktık, Konya yolunda 1 saatlik otostoptan sonra bir adam durdu ''Ehliyetiniz var mı gençler'' dedi, ehliyetsiz bir adamın arabasına mı binecektik?Tabii ki de binecektik.

Adam inanılmaz gevezeydi, çok fazla gevezeydi, ölümüne konuşuyordu.
Ben o kadar susuyordum ki, sanat filmlerindeki paltolu adam dahi benim kadar susamazdı.
Sevgi neydi, kesinlikle otostop değildi.


Antalya'dan Konya'ya 4 saat kadar bir zaman içerisinde vardık.Toroslardan geçerken bir doğanı izledim yaklaşım on dakika boyunca uçuşunu izleyebildim.
Benim için yolculuğun en güzel anlarıydı, ben bir Toros doğanı gördüm.



Konya'ya vardığımızda Ankara'dan yanımıza gelen bir arkadaşla buluştuk, şehri gezmeye karar verdik.
Konya'ya bir daha gitmem, umarım yolum düşmez.
1 saat gezdikten sonra saçı açık bir kız gördüm, arkasında orospu diye bağırasım geldi.
Neredeyse adamlar bile türbanlı.
Alaaddin tepesi diye bir yer var, 50 metre yüksekliği var yok.
Konya'da inanılmaz mutsuz saatler geçirdim, bu hikayede Konya'dan bahsederek vakit kaybetmeyeceğim.



Konya'dan Nevşehir'e otobüsle gitme kararı aldık, Konya Nevşehir yolu ölümüne düz, böyle bir düzlük düşünülemez.Bir otobüs 4 saat boyunca sağı solu sapsarı bir yolda hiç direksiyona dokunmadan gidebilir mi?
Vallahi de gidebiliyor.
Bence otobüslere şoför koyulmamalı o yolda.
Nevşehir'e varacağımızı düşünürken şoför olacak annesiz bizi Avanos'ta bıraktı.
''Servis var tabii abi'' diyerek, servis var mıydı? Hayır tabii ki.
Biz de Avanos'u bir görelim dedik, iyi ki de görmüşüz, Manavgat ilçe merkezi güzeldi ama Avanos  olağanüstü, bu öğütümü alın, mutlaka ama mutlaka Avanos'a gidin.


Belki de dünyanın en güzel ülkesi, çünkü dünya gördüğümden ibaret.
İnsanlar güleryüzlü, herkes mutlu, ilçenin ortasından akan kızılırmak şehri ikiye bölmüş, bölünmek bir şehre bu kadar yakışır.
Bu ülke böyle güzel olacaksa bölününce, hemen bölünsün lütfen.



Avanos'taki en ilginç şey ezanlardı, ezanlar duymaya alışık olmadığım biçimde okunuyordu.

Saat geç oldu artık Ürgüp'e varmamız lazım dedim, Ürgüp'e nasıl gideceğiz diye düşünürken bir araba gördüm, yaklaşıp nasıl gideceğimizi sordum.
Hemen buyur etti, adam tur rehberiymiş, Ürgüp'e gidene kadar anlatılabilecek her şeyi anlattı.Kendi köyüne de davet etti tabii.
Mükemmel bir insandı onu gözlerinden öpüyorum.


Ürgüp'e vardığımızda çarşıda çay içip soluklandıktan sonra çadırımızı, eski bir evin önündeki toprak araziye attık, normalde zabıtaların kafamızı kırması gerekir, ama sanırım deli olduğumuzu düşündüler.

Ertesi sabah 6 civarında uyanıp Ürgüp-göreme genel olarak Kapadokya'yı gezdik.
Hiç televizyonlarda gördüğüm gibi değilmiş, o peribacaları nasıl büyük nasıl güzel arkadaş.
Bizi dün getiren abi vardı ya, o bir peribacasında doğmuş.

Neyse efendim buralar gidilip görülsün, ama otellerden değil sokaklardan.
Şehirler sokaklarda yaşar, otellerde misafirler.
Siz siz olun gezilerinizi otellerde öldürmeyin.
Serdar Kılıç'ın güzel bir sözü vardı, ''Doğaya çocuk ekin, doğada yetişmeyen tek şey çocuktur''

Bir ata bile dokunamadan ölen insanların anılarını öpüyorum.

Buradan sonra Hacıbektaş'a gittik, ben bir kız sevdim falan filan.
Gerisini de yarın yazacağım, okuyana ilgi duyana bin selam.














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.