Sıradan bir sabaha uyandığımızı sanıyorduk, aslında sıradan olarak tanımladığımız her şeyin o kadar da sıradan olmadığını anladığımız bir günün sabahında olduğumuzu acı bir şekilde öğrenecektik.
İnsanoğlunun milyonlarca yıllık serüveninde edindiği tüm bilgi 30 saniye içerisinde yok olup gidecekti. Ben ise bunu, yulaf parçalarının rondodaki semahını izlerken fark edecektim. Gökyüzü diye bildiğimiz büyük mavi tavan, üzerimize düşmüştü. Evet tam da böyle oldu, ben rondoda gerçekleşen klasik yulaf semahını izlerken farkettim bunu. İlk duyduğum çığlık, karşı komşudan gelmişti, sonra onlarcası takip etti onu. Yulaf semahını yarıda kesip, baş yulaftan özür diledikten sonra hemen dışarı koştum. Sokaklar insan ölüleriyle doluydu. Kedi ya da köpek ölmemişti, sadece insan ölüleri vardı. Dehşete kapıldım, ilk gördüğüm ölüyü ayağımın ucuyla hafifçe dürttüm. Tabanımla yüzüstü konuma getirdim. Sadece kafasının üzerinde belki de binlerce delik vardı. Başka hiçbir yeri yaralanmamıştı. Ah ne garip bir ölüm, onu tanıyordum. Sadece bizim sokakta kırktan fazla dairesi vardı. Bordo iskarpinlerinden çıkan kauçuk sesinden tanırdım onu. Evsahibimdi benim, içimde utanca yakın bir his oluştu. Çünkü bunu farkettiğim ilk an, bu ay kiradan muaf olduğumu düşündüm. Dünyada sağ kalan tek insan olduğumu düşündüm, Tanrı en sonunda bana hak ettiğim değeri vermişti. Bu zavallı insanlara bir sanat peygamberi olarak gönderilmiştim; fakat şu an, bir hamburgecide gece pişiricisi olarak çalışıyordum. İşte Tanrı'nın emirlerine karşı gelirseniz sonunuz bu olur. Peh! Sanat peygamberi ve bir köpek evliyası olarak bu korkunç topluluğa fazlasıyla katlanmıştım. Yüce Tanrım, lütfen bana yüzünü göster ve bu masal son bulsun. Benim için sonsuz cennetinde, Kafka'nın ve Goethe'nin hemen yanında ayırdığın dört katlı sarayda bekleyen hurilerim mutluluğa kavuşsun artık. Ellerimi açtım ve hadi dedim hemen ardından ise o kutsal sesi duydum. ''5 liran var mı be abi?''
Korkunçtu, kafamı sağıma tek bir hamlede ve sinirli bir şekilde çevirdim. Dilenci Abbas ve ben sağ kalmıştık. Üstelik sokağa doğru baktığımda hayatta kalan herkesin hırpani giyimli olduğunu fark etmiştim. Kahretsin! Köpek evliyası ve sanat peygamberi olarak çilem bitmemişti. Hazreti İsa da çok fazla eziyet çekmişti, olsun. Gökyüzüne bakıp tanrıya göz kırpmak istedim ama ensemde bir acı hissettim. İşte şimdi her şey netleşmişti. Kafası yere bakan kimse ölmemişti. Dük yürüyen herkes ise aynı diklikte fakat yerin üzerinde cansız biçimde uzanıyordu. Boynu bükük herkes yaşamaya devam ederken, küheylan boyunluların cesetleri üst üste binmişti...
Tepemize çöken mavi gökyüzü, bize acımıştı. Belki de diğerlerine acımıştı ve ben de sırf bu yüzden hayattaydım. Hiçbir köpeğin ölmediğini de göz önüne alırsak, köpek evliyalığım bir hayli işe yaramıştı. Nuh'a büyük tufandan önce geçilen kıyağın aynısı bana da geçilmişti. Kendi tebaam yani köpekler sağ bırakılmıştı. Bu, peygamber olduğum savını oldukça güçlendiriyordu. Dünya artık yerle arası 1.70 bir yerdi ve bu beni hiç de rahatsız etmiyordu. Zaten son on yıldır bu yükseklikten yukarıda bir yere bakmamıştım. Ne acayip, bugün hayatta olan kimse yıllardır gökyüzünü görmemişti. gökyüzüne şiirler yazanlar ise onun tarafından katledilmişti. Herkes sevdiği tarafından öldürülür denilmişti, boş söz olmadığı doğrulandı.
İşte şimdi, tam da burada ben ve Dilenci Tayyar bir kararın eşiğindeydik. Başlarımızı dimdik tutup Tanrı'ya güç gösterisi yapmanın eşiğinde... Bir meydan okumanın iki tarafı, bir tarafta sonsuz güç ve kudret sahibi diğer tarafta onun peygamberi ve Dilenci Tayyar. Tanrı beni severdi, bu gösterime bayılacağından emindim. Tam olarak şöyle olacaktı, biz dimdik halde dururken Tanrı, gökyüzünden altın tahtı üzerinde önümüze inecek ve başlarımızı okşayarak, beni yani biricik peygamberini ve onun en sadık havarisi Tayyar'ı cennetine götürecekti. Muazzam bir tasarımdı, buna Tayyar'ı ikna etmem çok zor olmadı. Cennette bir sürü beş lira olduğunu söylemiştim. Onun cenneti beş liralardan oluşuyordu. Bir peygamber havarisi için son derece cezbedici bir cennet tasarlamıştım.
Baş havarim Tayyar ile el ele tutuştuk, birbirimize baktık ve başlarımızı bir anda kaldıracağımız anı bekledik. Ondan geriye sayacaktım ve fakat, baş havarim Tayyar sadece beşe kadar biliyordu. O yüzden de iki defa beşten geriye sayma kararı aldım ve başladım. Beş dört üç iki bir... Baş havarim tam bir salaktı, ikinci beşi bekleyemedi ve acınası bedeni önüme yığıldı. Peygamberlik iddiamdan vazgeçmemekle birlikte Tanrı'nın henüz benim cesaret anlayışıma anlayış gösterecek olgunlukta olmadığı kanısına vardım. Tayyar'ın elinden düşen beş lirayı aldım ve bir peygamber bir köpek evliyası olarak evime yulaf semahımı izlemeye döndüm.
4 Nisan 2022 Pazartesi
Küheylan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.