On yedisinde bir adam kendisinin olmayan bir bahçede çalışıyor.
Akşam ezanında Tokat'tan gelecek çerçilerden 3 avuç un yahut bir poşet tuz alacak.
Zaman henüz koşmaya başlamamış.
Hikayenin kahramanı, pek de kahraman bir adam değil.
Şeyh Sait isyanı başlamış, Ordu'dan asker toplanıyor, adını bilmediğim kahramanım da çağırılıyor tabii ki.
Ben ona Ahmet diyeceğim.
Ahmet'in sevdiği bir kız var, Adı Züleyha.
Ahmet'in babası, Ermeni olayları döneminde öldürülmüş.
Bir kardeşi var,başka da bir şeyi yok.
Züleyha'ya ''bekle beni'' diyemiyor.
Biliyor ki beklemek Züleyha'nın elinde değil.
Tam 7 sene askerlik yapıyor.
Can alıyor,arkadaşları ölüyor, başkalarının arkadaşlarını öldürüyor,geri dönüyor.
Döndüğünde Züleyha'yı arıyor.
Züleyha evlenmiş.
Kardeşiyle beraber varıyorlar topraklarına, o askerdeyken kardeşi toprak almış zira.
Kendi topraklarından patates topluyorlar.
Ahmet ölü gibi, konuşmuyor,yemiyor,içmiyor.
Gayet klasik bir aşk hikayesinin gayet sıradan kahramanı şu sıralar.
Yapabileceği iki şey var,ya Hekimoğlu olup dağlarda ölecek.Yahut Hekimoğlu'nu dinleyip dizlerini dövecek.
Dağa çıkmak zor geliyor,zira askerde sağ bacağından yaralanmış.
Ama Züleyha'yı da gördükçe işi yalazlanıyor.
Bir gün patatesi topraktan çıkarmak için eğiliyor, kafasını kaldırıyor Züleyha'nın karnı burnuna varmış.
Kabullenmek kolay da izlemesi zor geliyor.
Elindeki çapayı kenara bırakıyor.
Ormana doğru yürüyor.
Ölene kadar her cuma günü Züleyha'nın evinin kapısından onları gözetliyor.
Bir gün yine kapıyı gözetliyor, göz göze geliyorlar.
Uzun uzun bakışıyorlar, Ahmet, sevdiği kadın ve kocası.
Ahmet nerede ne yapar ne zaman öldü mezarı nerede kimse bilmiyor.
1930dan bu yana Ordu dağları Ahmet'in sevdasına kale.
Adını bile bilmediğim bir Mccanddles'imiz var.
Kendisi benim 4. kuşaktan biraz amcam olur.
Kendisi hakkında bildiğim tek şey adının Ahmet olmadığı.
Güzel adammış, bir zamanlar bizim köyde bir romantik yaşamış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.