31 Mart 2013 Pazar

Şiir denemeleri

Güneş açardı,
Ben çıkamazdım.
Adını hatırlatırdı sıcak...

Yağmur yağardı,
Koklayamazdım,
Kokusu sana benzer.

Sonbaharın ilk damlası ol.
Düş aklımdan.
Kalemimden,
Kitabımdan.
İnanmadıklarımdan olma artık.

Görecekmiş gibi yapıyorsun,
Yapma,
İnandırma beni.
O ki inanmaya ihtiyacım var.
İnanırım...

Heybeden Masallar.


Kör gözün dahi kayıtsız kalamadığı yeşilliklerin, sağır kulakların duyduğu dere şırıltısının,kokusu bağdattan alınan kekiklerin memleketi...
Adı 'Anadla'...
Kralı ise zalimliği yeşilsuyun ötesine varmış ve gücü göğe varmış bir aslan.Kükrediğinde ülkenin bir ucundaki kayalıkları titretir,çağıl çağıl akan suyu deliğine kaçırırmış.
Bu Zalim aslanın adı 'Devladde' imiş.
Aslan'ın kudreti kaf dağını aşmaya aşarmış ya,ülkesinin tamamını kontrol altında tutamazmış.
Ülkesinin her bölgesinden, ömrünü mum yanasıya sürmüş hayvanları kendine kurban istermiş.
İstermiş ki diğer hayvanları rahat bıraksın.
Her bölgede hangi hayvan varsa her ay bir tanesini yermiş.
Ülkenin kuzey dağlarının ardında denize bakan 'Farso' vilayeti varmış.
Bu vilayetin hayvanı tavşan imiş.
Lakin aslana kendini sunmaktan tavşan kalmamış memlekette.
Bir gün işçi tavşanlardan birisi toplamış tüm tavşanları yanına başlamış konuşmaya.
Diğer tavşanları kendi etrafında toplamaya.
Demiş '' Devladde'ye gitmezsek aslan bizi öldürür,Aslan'a gidersek aslan yine bizi öldürür''
Vel hasıl-ı kelam aslandan kaçış yok,avuçla dereye kum dökmek dereyi kurutmayacak.
Bizim tavşanlar almışlar kararı,Aslan'a güvercin ile haber yollamışlar.
Senin oyununda biz yokuz demişler.
Bunu duyan Devladde durur mu?
Toplamış yanına en sadık köpeklerini dosdoğru Farso'ya.
Aylar sürse de varmışlar bizim güzel memlekete.
Aslan çıkmış şehrin tepesine bir de ne görsün Farso bembeyaz.
Düşünmüş 'Be hey Devladde ne güçlüsün sen,lanetinde ovalara kar yağdırdın'
Koşarak inmişler şehre.
Aman! o beyazlık kar değil uçsuz bucaksız tavşan sürüsünün beyazlığıymış.
Aslan kükremiş!
Kükremiş kükremesine ya tavşanlarda tık yok.
Bizim tavşanlar çıkmışlar üst üste başlarında işçi tavşan.
Aslan'ı Tepeye kadar kovalamışlar.
Aslan dosdoğru merkeze dönmüş.Tabii yanında köpekleri.
Tavşanlar festivaller yapmış.Kırk gün kırk gece eğlenceler düzenlenmiş.
Yedi ülkeden konuklar gelmiş.
Konuklara Farso anlatılmış.
Her gelen bu rüya ülkesinin hayalini heybesine koyup kendi memleketine anlatmış.
kırkıncı günün sonunda tavşanlar yorguluktan sızıvermiş haliyle.
Şehrin kapısının önünde aslan ve köpekleri.
Uyuyan tavşanları tek tek yakalamışlar.
Şehirde tek tavşan kalmayıncaya dek aramışlar.
Tüm tavşanları ayakları bağlı bir meydana koymuşlar.
İşçi tavşanı ise öldürüp dereye atmışlar.
Tavşanların başında işçi tavşan olmayınca yüzbin tavşan, tavşan olduklarını düşünmüşler.
Halbuki öyle değilmiş.

Bu sihirli ülkenin kralı aslan şehre girip tavşanlar tarafından kovalandığında merkeze dönmüştü.
Bir defa daha saldırmamıştı.
Bunun sebebi zafer kazanamayan aslanın tavşana dönüşmesi idi.
Koskoca aslan tavşandan korkar mı,pek tabii zafer kazanan tavşanlar da aslana dönüşmüştü.
Lakin bundan haberdar değillerdi.

Vel hasıl-ı kelam mesele aslan olmak ya da tavşan olmak meselesi değildir.
Mesele azınlık olmak ya da çoğunluk olmak meselesi de değildir.
Mesele kendini ne hissettiğindedir.

Biz kendimizi ne hissediyoruz?

30 Mart 2013 Cumartesi

Hain Keçi


Yeşili mavisi bol, uçsuz bucaksız diyarların en sakin topluluğunun hikayesidir.



O gün, her gün kadar sıradan,yarın kadar bilinmezdi.Gece gibi karanlık gündüzden daha aktı, doğa olacakları haber veriyordu sanki.


Keçiler her zamanki gibi otlak aramaya koyulmuş, bir günü daha öldürmenin kaygısıyla yollara düşmüştü. Hava keçileri postlarından bıktıracak kadar sıcaktı. Birden çalılarda bir kıpırtı sezdiler. Gezinen çakal sürüsünü fark eder fark etmez tüm keçiler bir araya geldiler, öyle kalabalık olmuşlardı ki meraya kar yağmış sanılır.



Çakallar keçilerin dayanışmasını görünce elleri mahkum gerisin geriye döndüler. Çakallar aralarında bir karar alıp av olarak en zayıf keçiyi seçtiler. Ertesi sabah gözlerine kestirdikleri keçiyi kıstırdılar, ağır yaralar verdiler. Lakin bunu gören keçiler zayıf keçiyi kurtardılar.



Zayıf keçi kurtulmanın sevincini yaşarken bir yandan da çakalların gücüne enteresan bir aşk duyuyordu. Yalnız bunu kimse ile paylaşamıyordu.



Bir gece tüm keçiler uyurken, çakalların yanına varan zayıf keçi şöyle konuştu:



-Ey cinsimden yüce, gördüğümden büyük çakal,beni de alın yanınıza ben de çakal olayım.



Çakalların lideri şöyle cevap verdi:



-Ey aciz keçi, çakal olmak için keçi avlamak gerek yapabilir misin?



Bu sorunun üzerine  bizim zayıf keçi lafın sonunu dinlemeden kabul etmiş çakalın isteğini. Her gün bir keçiyi kandırıp, çakallara yem etmiş.



Etmiş etmesine ya keçiler bir gün zayıf keçinin ihanetini fark etmiş ve de onu sürüden azletmişler ama  bir avuç kalan keçi sürüsü ay görmeden tükenmiş.



Çakallar tüm keçiler bitince zayıf keçiye dokunmamışlar, zira anlaşmalarında bu da varmış.



Anlayacağınız tüm keçiler ölmüş bizim zayıf keçi sağ.



Eee çakal da olamamış.



Keçi de olamaz artık.



Bir avuç azık, az biraz itibar için keçiliğinden de olmuş sürüsünden de.

29 Mart 2013 Cuma

Pasajlar /1


Tanrı insanı yaratarak onu ölümsüz kıldı. Her doğan insan Adem ile Havva'nın yansımasıydı, İnsan ve temelinde bizler yokuz, biz bizden öncekilerden daha çok yokuz.
Kıyamet çok olan insanın teke bürünmesi olacak._____________________________




Ve zaman yaratılmışınların üstüne bekçi kılıındı. Zul ve Lal itaatine verildi.Gün oldu zaman uyuyakaldı,
 Zul Lal'e erdi;
Tanrı zamanı da lanetledi,
Böyle başladı zamanın laneti, böyle doğrulandı toprağın kehaneti...
Zul'den Lal'e bir hatıra kaldı.
Adı insan...
Su Lal'e Ateş Zul'e insan Adem'e nöker oldu.
Tanrı'ya sadık kalan biri vardı.
Tanrı ona insanın içinde bir yer ayırdı,adıyla insanı bir kıldı.


___________________________________________

O dem Mahşer onun için o kadar da kalabalık değildi.
O ki; yari beklerken ne mahşerler görmüştü... Ve hayat da o kadar çabuk geçmemişti.
O ki; Lal uğruna zamana ihanet etti.
Ne sıcak duydu, ne ses işitti.
Lal'e sevgisinin diyeti hissizlikti...

_____________________________________________
Ezel ve ebed bir oldu.
Ateşin suya düşmanlığı,dünyaya düştü.
Sıcak soğuğu aradı, siyah beyazı sordu.
Lalden zule kalanlar suya
Zulden lale kalanlar ateşe yaren oldu.
Dünya döndü zaman güldü.
Toprağın kehanetinin sonu bu gündü.
Herkes soruldu, her şey bulundu.
Aşk unutuldu...

28 Mart 2013 Perşembe

Bir Delinin Günlüğü/1

Ve iki çirkin adam karşı karşıya oturdular,konuşmanın seyrine pek de paralel gitmeyecek parlak bir ışığın varlığı ortamı daha da rahatsız edici kılıyordu.
Suratları kıl dolu,en son anne karnında sıcak su görmüş bu iki pis adam ne konuşabilirdi?
Sarı montlu adam beni duyarmışçasına kafasını sert bir şekilde kaldırdı.Kaşları ortasından çay geçen iki tepeyi andırıyordu.
sağ elini manasız şekilde havaya kaldırarak ''Evet dostum,biliyorum saçmalayacağım.Ve fakat hayatta ki tek özgürlüğüm de bu.Elimden almana izin veremem.Şimdi sus ve ben konuşmayı kesene kadar alt çenen üst çenenle sikişsin.Söyle bana insan kaç şekilde kaybeder?Sus sakın cevap verme.Kaybetmene dayanamam.Bunu benden başkası yaptığında üzülüyorum.Pek şairane olmadığının farkındayım.Hatta bu avamlık ve hatta çirkin.Ama benim çirkinliğim,sadece ve sadece benim.
Ben bugün tutsak bir adamım. manavdan aldığı tek elmanın yarısını sana verme özgürlüğünü kaybetmiş bir adam.Ve bunun tek suçlusu benim.Sen de çok iyi biliyorsun ki bizler mahalle bakkalarının yanında süpermarketlere karşı durmayarak bugün nefes alma özgürlüğümüzü kaybettik.Yıllardır sadece duman soluyoruz.Sadece duman başka hiç bir şey yok.''dedi ve bir anda fırladı sandalyesinden sarı montlu adam.Şimdi dedi seni dinliyorum.

Saçları iğrenilecek kadar sık ama tepesi dökülmüş olan adam hafifçe sırıttı.Doğrusu bu görebileceğiniz en çirkin şeydi.Kafasını kaldırdı diğer adama baktı ve gözlerini kapattı.''Biliyorum.Bu kaybetmişliğimiz ne kadar da yavan.Bunu sen de iyi biliyorsun ki mağlubiyetlerin değeri öncesinde verilen mücadelede saklıdır.İşte tam da bu yüzden bizler zavallıyız.Bilmiyorum.Bu kadar kötüyse beni çeken ne?Düşünüyorum,ve şu cevabı veriyorum.kaybetmenin kazanmaya karşı üstünlüğü kaybedecek bir şeyi olmamasındadır.Söylesene neyi kaybedebilirsin?''

Sarı montlu adam etrafında tam tur dönerek masaya doğru seri iki adım attı.Yalan konuşuyorsun bizi kandırıyorsun.Sen asfalt aralarından biten yaban otlarına kazanmış olarak bakıyorsun.Bense kaybettiklerini düşünüyorum.Sen elmadaki kurdun şerefini bense elmanın değerini düşünüyorum.İşte bu yüzden sen olduğğun yerden kalkamıyorsun bense ayaklarımın altına dünyayı alıyorum.Salak bir kötürümsün.O kadar.Başka hiç bir şey değil.

Bir Sıçan Masalı


Bir Sıçan Masalı
Bir memleket var;
Sütten beyaz kısrakların, rüzgardan yaman tayların memleketi, tarih babanın dünyayı döllediği günden bu yana payidar bir memleket...
Tanrı'nın en kudretleri tayları hep bu diyardan çıkar, otların en yeşili en kokulusu, en bereketlisi de buradan çıkarmış...
Bu tayların nefes aldığı her diyar kutsanır gittiği her yer yeşile maviye suya meyveye bulanırmış...
Bu asalet nehrinin birkaç nefes uzağında ise Tanrı'nın lanetini eksik etmediği sıçanların memleketi var imiş... Öyle ki bu memleketin toprağında bet, suyunda pislik, havasında kemlik eksik olmazmış...
Bir gün bu sıçanların yaşadığı memleketin sahibi olan baykuşlar, sıçanların memleketlerine bela ve kahırdan başka bir şey kazandırmadığını görüp defetmeye karar vermişler...
Başbaykuş At ülkesinde yıllarca yaşamış hayat denen kerbelanın Hüseyin'i olmuş ulu bir çınardır... Ulu dediysek de en kor ateşlere toy girip yanmadan çıkan tayların ayağındaki nal kadar da yoktur ululuğu,onunkisi de baykuşça bir ululuk işte...
Vel hasıl-ı kelam başbaykuş kekik diyarından aras suyu boylarına kadar toplamış etrafına baykuşları...
Anlatmış dertlerini müzdarip olduklarını, sıçanların memleketi viran ettiğini ve neredeyse baykuşları alt edecek kadar olduklarını....
Baykuşlar bunu duyunca durur mu başlamışlar bağrışmaya, yel esmesi geçip, toy baykuşlar ses kesince karar açıklanmış, sıçanlar öldürülecek, viran şehirler yeşil ve turuncun tanrılarıyla bereketlenecek...
Ay geç gün geç o gün gelmiş, baykuşlar başlamışlar sıçan avına.Vurduğunu öldürmüş öldüremediğini sürdürmüşler...Sıçanlar bakmış pabuç pahalı giyindikleri erkek kıyafetlerini çıkarıp dönmüşler eski hallerine...Kokuşmuş, sefil , yaratılmışların en korkağı...
Öyle ki korkusundan ödü yarılıp düşen sıçanlar savaşta ölen sıçanların bir kaç misli...
Ne yapmalı etmeli baykuşun zulmünden kurtulmalı...Düşün sıçan düşün derken atlar ülkesi düşmüş düşlerine...
Uzun uzadıya yeşillikler, kısrak sütleri... Masmavi bir Tülbent gibi yer annenin başında göğü...
Hatırlamışlar dünü, ve baykuş zulmünü
Sıçanlar demişler atlara sığınmalı bu aç baykuşlardan korunmalı...
Şanslarına Atlar ülkesinde başta bir at yerine katır, Şeref yerini almış bu ülkede hatır...
Sıçanların bekledikleri gibi de olmuş zaten,kabul edilmişler cennetin kapılarından...
Ve bundan sonrası da malumunuz zaten,Cennet nehirlerindeki sıçanlar, lağıma dönen sokaklar...

Köpek ve Onur

Bilinmeyen tarihin, bilinmeyen diyarında geçer bu hikaye...Masal değil, devirlerin özetidir bu hikaye...Gün ak, hava güneşli, yaprak sallayamıyor rüzgar, yorgun.Köpekler meydanda, dolanıyorlar şuursuz.Bir yanda boklar; kokuşmuş, sıcaktan birbirine girmiş.Böcekleri var üstünde.Böcekler yılgın.Yılların verdiği yorgunluk yüzlerinde...Köpek bokunda aranan rızıkla geçmiş bir ömrün verdiği hüzün dağlamış yüreklerini. Gün değişir kader aynı,güneş doğar, ay batar, bok böceği bok içinde.
Bu diyarın sahibi köpekler... Köpek doğmuş köpek yaşamış,köpek ölmüş yaratıklar.Gözleri yemekten kör olmuş.Ömür dedikleri yiyip içip dökmekten; karıncanın, kuşun, böceğin hakkını gasp etmekten ibaret.Zaman zaman börtü böcek, kuş, tırtıl isyan etse de duruma güç yetiştirememiş, köpek bundan güç almış daha da vurmuş. Vurdukça vurmuş.Öldürene değin…Bir gün diyara birileri gelmiş uzun kuyrukları asaleti ben yarattım diyen duruşlarıyla farklı durmuşlar.Adım attıkları yeri huzura boğmuşlar. Yeşili peşlerinden sürümüşler.Bulutsuz havadaki güneş kadar berrak yaratıklarmış bunlar.Adı at...Köpek görmüş bunları, gücün verdiği şımarıklıkla kafa tutuvermiş.Vuruşmaya çağırmış, atların lideri ile köpeklerin başı meydanda karşılaşmışlar,Atın hücumu yaman, köpek ne edeceğini şaşırmış, ''Aman'' demeye kalmadan at kaldırmış köpeğin liderini vurmuş çınar ağacının gövdesine.Köpek bir iki kımıldamış bakmış olacak gibi değil yatmış aşağı.Bundan sonra Atların hükümdarlığı başlamış, At; kuşu, tırtılı almış yanına, demiş '' Hakkınızı alın , bundan sonra herkesin hak ettiği herkesin hakkıdır.''Sevinmiş cümle-i mahlukat.Yıllar geçmiş atların hükümdarlığıyla...Bu zaman bok böceklerinin canına tak etmiş artık, demişler atın bokundan bize nimet çıkmaz. Bizden de kendine ekmek bulabilecek kadar ''ADAM'' çıkmaz.Köpeğe gidilmiş, aklına girilmiş, ama mümkün mü atla baş etmek.Bin bir hile, bin bir düzen kazandırmışlar dövüşü köpeğe.Köpek yine başa, at bu diyarda inzivaya...Hayat zulme dönmüş, cihan tartamamış düzeni, hak ölmüş , adalet can çekişiyor.
Yıllar yılı köpeğin elinden ekmek görmemiş bu diyar.Su içmemiş toprak.Ağaçlar kurumuş en çok da çınarlar...Zaman uzun sürmüş, At güçlenmiş toparlanmış, hile ile yenildiğini tırtıldan kuştan duymuş. Çınarın ölümünü izlemiş.İntikam duygusu içini kemirmiş.Köpekle son kez karşılaşmak istemiş, köpek çaresiz kabul etmiş.Önce krallığı almış köpekten kuşlara vermiş, sonraki yıl köpek bir kez daha mağlup, bir kez daha derken, ömür yaşanmamış zaferlerin mutluluğuyla geçmiş...Köpek ne olduğunu şaşmış.Bok böcekleri telaşlanmış.Köpek boku olmazsa ne yaparlar...En son Atların ONUR'una kadar dokunmuşlar.Ama at bu uğraşılır mı? Ortalıkta boku görünmüyorsa olmadığından değil istemediğindendir...Bunu bilmez böceklerBir araya gelmiş bunlar, yükselmişler omuz omuza, atın yüzünü dönmesine ne hacet .Pisliğinde boğulmuş böcekler..Bu hikaye Tüm çağların hikayesidir. Selam olsun kuşlara , tırtıllara , çınarlara...Selam olsun hak diyen insanlara.

27 Mart 2013 Çarşamba

Bilinmeyene doğru


Tarih babanın yeryüzünü tanımadığı tarihler, en bilinmeyen diyarın en ak günlerinden biri...
İki sevgili yanyana, ayın güneşe aşkını kıskandıracak güzel bir sevda avuçlarında,bir uzun köprünün başındalar arkası boşluk önü boşluk...
Yürüyorlar akpak bir geçmişten, saflığın gardiyanı bir diğer aklığa...Adım attıkları her yer nur her yer ışık...
Siyahın adı bile yok, aşksızlık en utanılası...
Elele doğuyor yaratılanlar, çift doğuyor çift ölüyor...
Kainat bile çift...
Tek bir tek var ki; her şeyin sahibi her savaşın mağlubu ve de galibi, olanın olacakların ve olabilecek her şeyin sahibi...
Adı tanrı...
Her şeye sahip olan Tanrı tek bir şeyden mahrum... Sadakat...
Yarattığı iki yaratığın aşkı öylesine güçlü ki, yaratılma esası olan sadakati dahi ayaklarının altında çiğnemekte...
Ve bekler Tanrı sessiz,bekler ona dönecekleri günü...
Lakin bu aşkın kudreti ona yetişmeye el verir...
İşte yaratanın yaratılana nefreti de böyle başlar...
Tanrı ve meclisi toplanır, Tanrı kararı verir meclis uygular...
Karar açıktır sevdalı çift ayrılacak biri dipsiz ateşlere daimi gardiyan diğeri sonsuz mutluluğa bekçi...
1001 yaratılmıştan 7si karşı bu karara, Tanrı bu karşı durulur mu?
Onlar da dipsiz ateşlerde yanmayı kader edinmişler kendilerine...
40 yıl her gece 9 alemden 41 kor getirilir, her kor 7 asilerin avucunda taşıtılır...
Yaratılmış iki aşık ve iki ayrı kainat ayrılıp içlerine Vey diyarından nefret tohumları ekilir...
İşte böyle başlar şeytan ve meleğin mücadelesi...
Bu yüzdendir sevginin en katıksız olduğu yerin avuçlar olması, Her tutulduğunda elin korlanmış gibi yanması.