28 Kasım 2013 Perşembe

Çi-Çi'nin Öyküsü/6





Ateş göğe varmıştı, şayet tanrı varsa ayakları yanmış olmalı.
Karaorman yanıyor gibiydi.
Dumanı ala kendi kara bir yalaz bozkırı aydınlatıyordu.

Şaman gözüktü uzaktan.Anlamını herkes biliyordu.
Pontefix ve erleri hariç.

Şaman ateşe yürüdü, Çi-Çi dizlerinin üstüne çöktü.
Erleri yere bakıyordu.
Şamanın adımları ağırlaştı.
Çi-Çi'ye doğru baktı.
Çi-Çi de ona.
İkisi arasında bir şeyler oluyordu.
Kimse anlam verememişti.
Bu bakışma sıradışı şeylerin habercisiydi.
Sıradışılık bu obaya o kadar da sıradışı gelmiyordu.

Şaman alevlere iyice yaklaştı.Alevlerin boyu küçüldü.
Kancık bir kuçik gibi başını eğdi.
Şaman Karayalazın alnını okşuyordu.

Biraz sonra olacaklar hakkında herkesin bir fikri vardı.
Lakin bu uzun zamandır görülmeyen bir olaydı.
Belki ataları,belki atalarının ataları zamanında görülmüştü.

Şaman önce davulun attı alevlerin içine.
Sonra tokmağını,sonra ayaklıklarını.
Ayakları çıplaktı.
Sıcaktan yerinde duramaması gerekiyordu.
Alevlerle eğleşen bir adamdı, ayağının ısınmasından mı kaçacak.




Obadan tek bir ses çıkmıyordu.
Bu adam neden kıyafetlerini yakıyor diye düşündü Pontefix.
Askerleri şaşkınlık içindeydi.

''Yüzbaşı Pontefix!!!'' diye bağırdı Çi-Çi.
Aranızdan birini seçin ve kendisini Yalaz'a versin.
Pontefix ve askerleri şaşkınlık içindeydi.
Çi-Çi ortada hiç bir şey yokken aralarından birisinin ölmesini emrediyordu.
Pontefix bir adım öne çıktı, ''Ben gidiyorum'' dedi.
Erleri şaşkındı.
Pilumnus ''Hayır ben'' diye bağırdı.
Pontefix onu dinlemedi ateşe doğru yürüdü.
Adımlarını hızlandırdı.
Kıyafetlerini çıkardı.
Gözlerini kapadı,bozkır rüzgarı uzun sarı saçlarını savuruyordu.
Yüzünde korku namına en ufak bir şey yoktu.
Çi-Çi kafasını eğdi.
Ateşe üç beş adım kaldı.
Derin bir nefes aldı pontefix.
Nefesi aldı,veremedi.Zira ensesinden yediği yumruk onu bayılttı.
Pilumnus'tu bu. Yüzbaşı Pontefix'i bayıltıp ateşe o atladı.
Bağırmıyordu.Sanki ateşe değil deryaya atlamıştı.

Romalılar şaşkındı.
Aslanlarla dövüşmüşler, ejderhalarla vuruşmuşlardı.
Ama bu kadarını onlar bile görmemişti.

Çi-Çi ayağa kalktı.
Pontefix hala baygındı.
Romalı ikizler Panates ve Ranaer öne çıktılar.
Çi-Çi ikisine yaklaştı.

Kulaklarına doğru eğildi.
''Siz de artık benim ordumun bir parçasısınız,ben de artık sizin bir parçanızım''
dedi.

Şaman?
Şaman ateşe ilk adımını attı.
Bir dakika,bu şaman değildi.
Bu Argun'un ta kendisiydi...










24 Kasım 2013 Pazar

Aşk Şiirleri/1



Sen gidince,
ikinci el bir çekyat
Ağlıyor sessizce.
Sonbahar yaprakları
şıngır mıngır ezilirken
Bahreyn'de bir lama ağlıyor.

Neden beni terk ediyorsun?
Arkanı dönüp gidiyorsun.
Biliyorsun poponu seviyorum.
Bari önünü dönüp gideydin.

Sen benim diğer yarım
rahat 70 kilo varım
Sen beni kaldıramadın
Seni orospu kadın

Oysa terkedilmişliğim yok
Ama sonbahar yine de hüzünlü
Tam da şimdi yaşlı bir eşşek
Gözü yaşlı Yozgat'ta

Gidiyorum;
Arkamda götüm
Bak sana son sözüm
Allah belanı versin iki gözüm

Çi-Çi'nin Öyküsü/5




''Alaca bir tepenin ardı belirsiz mavi,

Belki gök belki deniz,
Belgin bir şeyler var belki,
Belki bir kara arbuz.''
''Vururken dutarın teline baksı,
Kesildi küheylanın aksi,''

Çi-Çi elini uzattı,tayın yelesi avuçlarına doldu.
Aklına ihtiyar düştü,gönlüne sevda.
İhtiyar korku veriyordu sevda huzur.
Elbet ki sevda kazanacak.

Korku dolu sarı dünya, oysa; Huzur, bir avuç tuz deryada.

At eğersizdi, Çi-Çi tedbirsiz.
''Tedbir ödleğe gerek.'' dedi kendi kendine.
İhtiyar alma o atı demişti.Erlik'in dediğinin tersini yapmak gerekir.

Çi-Çi obaya yaklaşırken,erleri kılıcını çekti kınından.
Altından bir top yuvarlanıyor, Tanrı'dan haber var sandılar.
Tanrı dahi olsa, bu denli küstahça giremezdi obaya.

Sarı ateş büyüdü,büyüdü,büyüdü.
Ateş topunun üstünden Çi-Çi indi.
Pontefix!!! diye bağırdı.
''Bu atım Akhal'dır.Yemini ver, diğerlerinden ayrı yerde tut.Taydan yukarıda,yardan aşağıda olsun.''

Pontefix ata aşık olmuştu, olmaması düşünülebilir mi?
Helen'in kızı olmalı diye düşündü.
Oysa Helen, Akhal'ın yanında Rumlu fahişelerden halliceydi.

Bu tay Pontefix'in Çi-Çi'ye olan saygısını katmerlemişti.
Tanrıların hediyesi olduğunu düşündü.
''O tanrının gölgesi'' dedi kendi kendine.

''Hayır'' dedi Beydili.
Beydili, Çi-Çi'nin at uşağıydı.
Akhal'ın yanına vardı,elini yüzüne sürdü.
At uykuya daldı.
Tekrar ''Hayır'' dedi Beydili.
''O gölge değil.Tanrı'nın ta kendisi''


''O bir yalavaç''
''Bu duvar da onu Tanrı'ya bağlayacak,insanlar binlerce yıl boyunca bu duvara yüzlerini sürecekler ve ağlayacaklar.
Dünyanın dört bir yanından gelip af dileyecekler.
Bu duvar yalnızca bir duvar değil,bunu görün.'' dedi Arbuz.

Pontefix güldü ''Yüzbaşı Arbuz,sizi üzmek istemem sanırım Tanrıların bundan haberi yok.''dedi.

''Zaman kaybetmemek lazımdır'' dedi Beydili, siz erlerinizin başına dönün, ''Akhal benimledir.''

Pontefix birliğinin başına döndü.
Kılıç sesleri kulakları yırtmaya başlamıştı.
Romalıar  Çi-Çi'nin gözüne girebilmek için birbirlerine olanca gücüyle vuruyordu.Kalkanlardan çıkan ses bir kam davulunu dahi bastırabilirdi.

Romalılar Sarı Dünya'da görülmemiş bir şey yapıyordu.
Kalkanlarının neredeyse vücutlarının tamamını kaplıyor oluşu yeterince şaşırtıcıydı zaten.
Ama bu başbaşka bir şeydi.
Hepsi tek bir komutla kalkanlarını birbirlerinin üzerine örtüyor.Kızıl bir kaplumbağaya benziyorlardı.
Yavaş adımlarla ilerlerken hiç bir darbe onları durduramıyordu.

''Olmaz'' dedi Arbuz.Siz hiç Türk okçusu görmemişsiniz.
''Ho-Han'ın atlıları kabuğunuzu paramparça eder.''

Arbuz ile Pontefix arasında yaşananlar hiç de hoş değildi.
İkisi de Yüzbaşı idi.
Ve bu Ordu'nun henüz bir binbaşısı yoktu.

Arbuz sırtından oku çıkardı,yayına gerdi.
Bu yay Tamu'dan çıkmış olmalı.
Tutkalı Erlik'in damağından olmalı.
Oysa ok uçmak'tan türküler söylüyordu.

Pontefix oktan çıkan ıslık sesine şaşıp kalmıştı.
Arbuz gülümsedi,atını çağırdı.
Duvar'a doğru ilerliyordu.
Duvar gittikçe yükseliyordu.
Doğrusu Romalılar duvar işini Türklerden çok daha iyi biliyordu.


Kara kıyafetli iki ulak geliyordu.
Doğrusu pek hayırlı haberler getiriyor gibi değillerdi.

''Çi-Çi Yabgu'yu arıyoruz'' dediler.
Demeleriyle alınlarından oklanmaları bir oldu.
Acaba ne haber getirmişlerdi?
Belki de barış olacaktı.
Belki de Ho-Han yolundan dönmüştü.
Olsun, Tanrı dahi olsa Çi-Çi'nin obasında saygısızlık ölüm demektir.
Böylece obaya iki tay daha katılmış oldu.
Akşama ziyafet var.
Düşmandan alınan taya binilmez.


Davul sesi duyuldu?
Bu Baksı'nın davuluydu.
O gün gelmişti.
Obanın ortasında yakılan alevin etrafında toplanıyordu erler.
Kara Yalaz'ın anlamını herkes biliyordu.
Arbuz kılıcının sapından sıkıca kavradı, obaiçine doğru yürümeye koyuldu...












21 Kasım 2013 Perşembe

Çi-Çi'nin Öyküsü/4




Çi-Çi arkasını döndü, ihtiyar gümüş tahtta oturuyordu.
İhtiyarın kaftanı tahtın dört bir yanını örtmüştü,sanki havada duruyordu.

Çi-Çi lâl kesildi,
İhtiyar ondan lâl.
Bir uzun suskunluk peydah oldu.
Konuşsalar, manasız kalacak.
Susuyorlar sebebi bilinmez.

''Altından sarı, ejderhadan yağız bir atın olacak,
Adı Akal-Teke'dir, sana ölüm getirecek,
Açlık getirecek,acı,yoksulluk getirecek.
Onu, hava öleyazdığında bir sulağın ardında göreceksin.
Çılga bir yolu aşıp, alaç bir ağacın altına oturacaksın.
Yanına vardığında yüzün dönmezsen halin viran olacak.
Oban revan olacak,çok milletin az,az derdin çok olacak.'' dedi ihtiyar.

Çi-Çi gülüyordu.Bu akılsız ihtiyarın kim olduğunu kestirebiliyordu.
''Sen Erlik'sin dedi. Yaşdaşım Ho-han'ın aklına kara çalan, atam Mete'yi ölüme vardıransın.
Bir kara büyü,belki de kımızdan kalansın.''

''O atı sevme,aldanma.
Senin sonun o'dur.'' dedi ihtiyar.

Çi-Çi kılıcını çekti ihtiyarın üstüne doğru koştu.
Kılıcını indirdi,Gümüş taht ortadan ikiye bölündü.
Çifte su verilmiş kılıcının çıkardığı ses obanın dört bir yanından duyuldu.
Gümüşten çıkan ateş Ho-Han'ın ülkesinden görüldü.
Lakin İhtiyar'a hiç bir şey olmadı.
Çi-Çi kırdığı taht ile kaldı.

İhtiyar kaybolabiliyordu,bu olsa olsa karaarbuzdu.
Artık daha emindi,ak sakallı ihtiyar Erlik'in ta kendisiydi.
Lakin, bu at masalı da neyin nesiydi?
Hikayeye inanmamıştı,lakin atı görürse ne yapacaktı?
Şeytana inanıp da sağ kalan mı var diye düşündü.
Kılıcını kınına yerleştirdi, çadırın kete perdesini araladı.
Dışarı adımını attı.



Duvara doğru yavaş adımlar attı.
Duvar yükseliyordu.
Bir kaç zaman önce yüzüne hançer vurduğu Arbuz'u gördü.
Adımlarını hızlandırdı.
Arbuz kılıcını çıkarttı,kabzasından sıkıca kavradı, Çi-Çi'nin üstüne yürüdü.
Kılıcı ters çevirdi kendi göğsüne bastırdı,kabzasını Çi-Çi'ye uzattı.

Çi-Çi kılıcı aldı, yere sapladı.
Keçi başlı hançerini çıkardı,Arbuzun kemerine taktı.
Yüzbaşı Arbuz!!! diye bağırdı.
Suratındaki iz senin rütbendir.

O günden sonra Çi-Çi'nin ordusunda yüzbaşıların yanağına hançer çiziği atıldı.
Bir yüz yarası bu kadar onur verebilirdi.

Çi-Çi karataya atladı.Dört nala uzaklaştı.
Güneş günün ortasında kaybolmuşken Çi-Çi de gözün göremeyeceği yerlere gidiyordu.
İhtiyar haklıydı, gün zamansız ölüyordu.
Çi-Çi'nin atı bir sulak otluğa doğru koşuyordu.
Derken O'nu gördü.
Kapkara ufukta altından bir tay.
Şayet o taysa,Çi-Çi'nin bindiği neydi?
Sanki karatay, Tayların tanrısına koşuyordu.
Çi-Çi çılga yolu gördü,ardında bir alaç yağız.
Gözünü kapadı açtığında alaç ağacında altında yatıyordu...


19 Kasım 2013 Salı

Çi-Çi'nin Öyküsü/3



Kabı tunçtan sayfaları demirden dövülmüştü.
Bir yüzü göğe bir yüzü yere bakardı.
Çi-Çi aradığından yoksundu, kitabın varlığından kuşkuya düşmüştü.
Ya hayalse?
Hayal başıbozuklar içindir.

Tüm oba alt üst edildi,atların nallarından otağın direklerine kadar.
Yok.
Bu kadar yol olmayan bir kitap için mi gelindi?
Çi-Çi'nin büyük başı nasırlı avuçlarının arasında gittikçe küçülüyordu.
Bu düşünme hali kısa sürmeli.
Asker aç,taylar yorgun,oba kurumuş.
Her şey bu kadar kötüyken Çi-Çi iyi olmak zorunda.
Demir sesleri daha cılız geliyor artık.
O yağız taylar inleyen bir kuçik.

Oturduğu yerden hızla kalktı, yüzündeki o ifade de neyin nesi?
Kızgınlık mı?Hınç mı? Hırs mı?
Yumruğunu öylesine sıkmıştı ki kemiğinin sesi obanın diğer ucundan duyuluyordu.

Arbuz'a yaklaştı, sağ eliyle ensesinden kavradı.
Arbuz iki ayak üstünde duran bir ayıdan daha iriydi.
Lakin Çi-Çi'nin pençesi onu yeni doğmuş bir kancık eniğe çevirdi.
Arbuz'un korkusunun kokusunu Sabir diyarından kurtlar aldı.
Ardına düşmeleri yakındır.

''Söyle çabuk ihtiyar nerede'' dedi Çi-Çi
''Hangi ihtiyar,buradaki en ihtiyar er kocamış bir kurdun iki katı yaşındadır''
Çi-Çi tek hamlede yere yatırdığı Arbuz'un boğazına çöktü, Arbuz çırpınmıyordu.
Çırpınması lazım.
Çi-Çi'nin keçi başlı hançeri kaftanının altından sırıtıyordu.
Sol eliyle Arbuz'u boğan Çi-Çi sağ eliyle de hançerini çekti.
Ve vurdu.
Arbuz'un sağ yanağında işaret parmağı boyunda bir çizik beliriverdi.
Çi-Çi, hançerini topraktan söktü.kabzasından sıkıca kavradı.
Beline takmadı.
Çadırına ilerledi.

Düşünüyordu...Düşünmek ?
Neyi düşünüyordu?
Belki de bir hata içerisindeydi.

Kafasını kaldırınca çadırının sağ köşesindeki çürümüş kurt kafasını gördü.
Muhtemelen kurt da düşünüyordu.

''Tamam'' dedi.
Belki de bu bir işarettir.
Şayet işaretse özgürlüğümüz için direneceğiz.
Belki de bir hayaldir.
Şayet hayalse,özgürlüğümüz için savaşacağız.
Zira işaretlere acizler ihtiyaç duyar.Kahramanlar yaşar ve başarır.
Çi-Çi kavminin son umuduydu
Başarmak ölmek gibi olacak.

Derin bir nefes çekti, eşikten adımını attı,diğer adımını da arkasından.
Dışarı çıkıyordu.
Sararmış toprak selam duruyordu,kurtlar kuşlar böcekler tabur tabur olmuştu.
Erleri sıra sıra dizilmiş,tayları kuyruk dikmişti.
Derken bir ses böldü huzuru.
''Evlat'' dedi.
Bu ihtiyarın sesiydi!











16 Kasım 2013 Cumartesi

Enflasyon ve Sikko Hesaplamalar




Bugün yine enflasyonun iyiye gittiğini televizyonda sayıları karıştırarak anlattılar.
O kadar karmaşık ki, vasat zekaya sahip bir Türk insanı Mars'a koloni kurduk sanabilir.
Şimdi ben de kendimce size bir hesap yapacağım.
Bunu da öğrencinin gözünden yaparak gayet net sayılarla bir tek hücrelinin dahi rahatlıkla anlayacağı şekilde anlatacağım.
Başlıyorum.
Bundan dört sene evvel İstanbul'da bir üniversiteye gelmiş bir arkadaşımızı ele alalım.
Bu arkadaşımız ailenin 2 çocuğundan birisi,ailesi kiralık bir evde oturuyor.
Bu arkadaşımız geldiği senenin dönem arasında eve çıkıyor.
Kyk yurdunda 8 kişi 20 metrekare odada kalmaktan bunalmış çünkü.
Aldığı aylık kredi 260 lira olan bu arkadaşımız Mecidiyeköy'de 2+1 bir ev 3 kişi çıkıyor.
Kendisine ait bir odası olmayan bu bodrum katına ayda 800 lira kira ve 25 lira aidat ödüyor.
Yani kendisine aylık 275 lira kira payı düşüyor.
Aldığı kredi miktarı ne? 260 lira.
Yani bu arkadaşımız her ay 15 lira içeride.


Şimdi bu arkadaşımızın evsahibi olacak götoş ''Evin yanına yol yapıldı,bugün arasam 1000 liraya kiracı bulurum ama size acıyorum'' oyunlarıyla kirayı 875 lira yapmış.
Kredisine gelen zam ise 20 lira.
Böylece kişi başına düşen kira 300 lira olurken kredisi 280 lira oluyor.
Yani 20 lira içeride.

Yine bir sonraki yıl kira 1000 liraya vururken falan filan.
Doğalgaza elektiriğe gelen zammı hiç saymıyorum.
Aylık akbili konuşmak dahi istemiyorum.

Söylemek istediğim bir şey var ki o da şu

Kuzum siz kimi sikiyonuz Allasen?

15 Kasım 2013 Cuma

Çi-Çi'nin Öyküsü/2



Afşın ağlıyor. Yağız erler, yaman taylar suskun.
Nallar aynı yerin üstünden kırkıncı kere geçiyor.
Oysa toprak diri, ölüm haberi çıkmamış.

Sapsarı bozkırın ortasında ondan daha sarı taşlar.
Üst üste dizilmiş, bekliyorlar.
Neyi bekledikleri belirsiz.
Neye benzedikleri de.

Çi-Çi ona duvar diyor.Kırmızılı askerler kale.
Türk için kale yıkılacak yer demek.
Duvar aşılacak bent demek.

Erler üzgün,Çi-Çi kayıp.Keşke bu kadar belirsiz olmasa sonu.

''Olsun, yemek bizimdir,yol bizimdir,geçmiş öldü.Gelecek bizimdir'' dedi kırmızı giysili adamların en irisi.
''Ya Crassius'un kılıcı altında olsaydık? Atınız, silahınız, ekmeğiniz olacak mıydı?Kaldırın kafanızı yerden.Romalı bir köle olarak mı ölmek istiyorsunuz?,Özgürlük çağının en tepesi değil en dibidir.''

Güzel konuşuyordu.Doğrusu yüzü ile dili orantısız gelişmişti.
Roma? Crassius?

Bunlar Sarı Dünya'nın alışkın olmadığı isimlerdi.

''Adın ne asker'' diye bağırdı Çi-Çi.Sesi bozkırdan çıkıp Rum kayalıklarına vurdu.
Dağ,taş adını söyler sanıldı.

''Pontefix efendim'' dedi çirkin adam.Bu leyjonun Legatusuyum.
''Legatus nedir'' dedi Çi-Çi.
''Önderleriyim efendim'' dedi Pontefix.

Çi-Çi eğri kılıcını yere vurdu,kaldırdığı toz yere inmeden konuşmaya başlamadı.
Bekleyiş ziyadesiyle uzun sürdü.
Lakin tek ses tek nefes duyulmadı.
''Bundan sonra yüzbaşısın'' dedi.
''Emredersiniz'' dedi Pontefix.
Ve fakat yüzbaşı ne demek bilmiyordu.

Bucaksız bozkırın ortasında bir Roma lejyoneri anlamını bilmediği bir görevi üstlenmişti.
Ağaçsız diyarın deresi menderes olur.

Roma'nın elinden kendini kurtaran 100 kadar lejyoner, bu sefer de Partların eline düşmüştü.
Şimdiyse devletsiz bir Yabgu'nun kılıcı altındaydılar.
Çi-Çi özgürlüğün peşindeydi,askerleri Çi-Çi'nin.
Peki bu adamlar?Onlar neyin peşinde?

Pontefix'e alaçyağız bir at verildi.O bir yüzbaşıydı artık.
Atının nalı tunçtan işlendi.
Kemeri geyik derisinden.
Türk'ten aşağıda tutulmadı.
Köleden de yukarıda değildi.

Ho-Han bir kere daha haber yolluyordu.Çi-Çi'nin kellesine karşılık askerlerinin canını bağışlayacağını söylüyor.
Buna karşılık gönderdiği her ulağın dili domuzlara yediriliyordu.

Günlerden bir gün,Çi-Çi'nin aklına ihtiyarın verdiği kitap düştü.
Sahi ne yazıyordu o kitapta ?



8 Kasım 2013 Cuma

Apollon ya da Ölüm!



Yunanistan'ın Selanik şehrinin bir semti olan Kalamaria'nın bir futbol takımı var.
Adı Apollon Kalamarias.Bu takımı ilginç kılan ise Trabzonlular tarafından kurulmuş olması.
1926'da Trabzon'dan Yunanistan'a göç ettirilen Trabzonlular tarafından kurulan klüp bir kaç branşta faaliyet gösteriyor.
Apollon klübü; futbol,voleybol, ve bando branşlarında faaliyet göstermeye başlamış.Bando ekibi kısa bir sürede tüm Yunanistan'a nam salmış.

Kadim karadeniz kültürünün müziği önce Orta Makedonya'da sonra da tüm Yunanistan'da konuşulmaya başlamış.Bu dönemdefutbol takımı da Yunanistan'ın Makedonya eyaletinde
futbol liglerine katılmış.


Geçmişin Trabzonluları şimdinin Kalamaria'lıları Trabzon'u hiç unutamamış.Şayet bir gün Kalamaria'ya gidecek olursanız şehrin ortasında tüm haşmetiyle Gogos Petridis heykelinin sizi selamladığını göreceksiniz.
Gogos Petridis, kemençenin babası Trabzonlu sanatkar Stavros Petridis'in oğludur.(Sağdaki fotoğraf)

Stavros Petridis 1940ların sonunda vefat ederken, arkasında kendisini aratmayacak bir oğul bırakmış.
Kalamaria takımının marşları da buram buram Karadeniz kokuyor.
Baştan sona kemençe yer alan marş dinleyenlerin dilinden düşmüyor.
Kalamaria'lı olmayan göçmenler dahi marşı ezbere biliyor.


Futbola baktığımızda ise Trabzonspor'a çok benzeyen bir yapı görüyoruz.
Apollon Trabzonspor kadar başarılı bir takım olmasa da şehrine bağlı taraftarları ve ''Gate 2'' grubuyla biliniyor.

Kalamaria sokaklarında başka takım forması görmek istemediklerini inatla duvarlara yazıyorlar.
Fotoğrafta da bunu görüyoruz.
Apollon takımı kırmızı siyah renkleri kullanıyor.Siyah renk göç için tutulan daimi yası simgelerken, kırmızı renk ise ölen insanların kanını simgeliyor.

Amblemlerinde ise müziğin ve sanatın Tanrısı Apollon yer alıyor.
İnatçı yapılarının yanında kadim Trabzon kültürünün mirası sanatkar kişiliklerini de koruyan bu insanlar kemençeye verdikleri önemle de biliniyor.


Hatta bir çok maçtan önce horon gösterileri yapıyorlar.
Yine bir diğer fotoğrafta göreceğiniz üzere horon halkasının hemen arkasında bir Trabzonspor bayrağı göreceksiniz.




Trabzon'la bağlarını koparmamış bu güzel insanlar sınırın hemen diğer tarafında.
Yunanistan'da bir Trabzon kurmuşlar ve Trabzonlu gibi yaşamaya devam ediyorlar.
Şayet bir gün Kalamaria şehrine giderseniz sizi orada bekliyorlar.



Dipnot:

Orta vadede bir Kalamaria-Trabzon belgeseli çekmeyi başarabilmeyi umuyorum.


Apollon Kalamaria Takımı Marşı:






Apollon takımından haberdar olmamızı sağlayan ''Onur Mesut Karadeniz ve Atilla Hocaoğlu''na teşekkürler.

4 Kasım 2013 Pazartesi

Çi-Çi'nin Öyküsü/1



Hava yağmurlu,
Bir yerlerde ateş sönmüş,is kokusu var.
Bu iyi değil,uğursuzluk sayılır.

Çi-Çi çadırdan içeri seri adımlarla giriyor, kardeşi Ho-han'ın yüzü toprak karası.
Ulular sessiz,toylar daha sessiz.
Bir ölüm sessizliği var,henüz ölüm yokken ortada.
Yanılıyorsun, bu matem sessizliği değil, utancın sesi.
Ho-Han kararını vermiş,meclisi eteklerden kafasını kaldıramıyor.
Akşam bastırdı,güneş siperine çekildi.

Yağmur sonrası toprak kokusu var, bir de uzun saçlı bir asyalı.
Kafasını yerden kaldıramıyor, yüzü yok gibi.
Oysa utanmak denemekten değil,durmaktan doğmalı.
Sessizliği bölecek bir ses bekliyorum,gelmiyor.
En kara anda doğacak bir güneş olmalı, yahut bir koyun inmeli gökten.
Tanrı bir işaret vermeli.
Mümkünü yok.Tanrılar işaretlerle vakit kaybetmez.


O kadar durgun ki her şey,bir çocuk çığlığı dahi dünyayı değiştirebilir.
Dünya sarı mıdır acaba?
Dümdüz ve sarı, sanmıyorum.Bir yerlerde hala ağaç olmalı.

Kalk!!! diye bağırdı bir aksakallı.
Yüzü yalaz karası,sakalı ak bir bozkır tavşanı.
Şimdi dedi,sevenlerini yanına al bir de bu kitabı.
Fergana vadisinin tüm ganimetlerini atlara yükle ve doğuya doğru koyul.
Güneşin kaşlarını çattığı yerde duracaksın.Orası senin yurdundur.
Yurdun sana rehber olsun.

Çi-çi'nin ardına o gece 1517 er düştü.
Günler sonra iki çıplak tepenin ardında batmaya yüz tutmuş güneşi gördüler.
''İşte yurt burasıdır'' dedi Çi-Çi
Peki rehber nerede?

Ya ganimetler nasıl korunacak?
Bir duvar örmek lazımdır.
''Arbuz'' diye bağırdı Çi-Çi,
Arbuz koşar ayak geldi.

''Sen'' dedi Çi-Çi, ''Bıldır Rum diyarındaydın, ne gördün ne öğrendin?''
''Kadın gördüm,şarap gördüm,kısa saçlı alpler gördüm'' dedi Arbuz.
''Ya duvar? Duvar görmedin mi?''dedi Çi-Çi
Arbuz atıldı, ''Devasa duvarlar gördüm,fetihsiz kaleler gördüm.Ersiz ordular,başsız bacaklar gördüm.''
''Öyleyse'' dedi Çi-Çi buraya onlardan yapacaksın.

Arbuz kafasını onaylar manada aşağı yukarı salladı.''Emir olur'' dedi.Geldiğinden daha hızlı koşarak döndü.

Arbuz evet dedi,demesine ama görmek demek bilmek demek değildi ki.
Bir duvar örmek ne kadar zor olabilir.
Otağlar kuruldu,avlar pişirildi.
Artık burası Çi-Çi'ye yurt oldu.

Erleri gürbüzleşecek,avları sersemleşecek,yağısı korkacak.
Zaman Çi-Çi'ye katip olacak.

Zaman geçiyor,günler birbirini kovalıyordu, duvar yükseliyordu.
Arbuz bu işi iyi beceriyordu.
Şayet Tanrı'yı yaratırken seyretse,pek ala insan yaratabilirdi.

Her bir yandan demir sesleri geliyor.Demirciler öyle vuruyor ki demire,duyan çağan sanır.
Tahtalar yumruklanıyor,koyunlar boğazlanıyor.
Dutarın tellerine daha da sert vuruluyor.

Çadırın önünde bir karmaşa var.
Çi-Çi eğri kılıcının kabzasından sıkıca kavrıyor dışarı atılıyor.
Telaş yersizmiş,gelenler Part ülkesinden iki rahip.

Partlar Yüe-Çi'lerle savaş halindeler.
Güçlü Yüe-çi okçularına karşı ağır zırhlı birlikleri ağır yenilgiler alıyor.
Çi-Çi'nin çadırına giriyorlar.
Rahiplerden kel ve nispeten daha çirkin olanı konuşmaya başlıyor.
Yardım istiyor.
Çi-Çi'nin ordusu henüz güçlü değil.
Ve fakat yardım isteyecek kadar güçsüzler de var.
Pekala diyor Çi-Çi.
Sizi korurum.
Kardeşim Ho-Han ırkına ihanet etti.
Çinlilerle işbirliği yaptı.
Topraklarımızı, kadınlarımızı, hayvanlarımızı bölüştü.
Ben sizi koruyacağım,sizin çocuklarınız ve kadınlarınıza dokunamayacaklar.

Ama önce duvarımın inşasını bitirmeliyim.

Çi-Çi rahipleri de yanına aldı, Arbuz'un yanına vardı.
Duvar yükseliyordu ve fakat bu ziyadesiyle yavaş oluyordu.
Bozkırda yavaş olmak ölümü çağırmak demektir.

Rahipler aralarında fısırdaştılar.
Al suratları kırmızı kaftanlarının arasından güçlükle seçiliyordu.
''Biz de sana yardım edeceğiz'' dediler.
Sana kale yapımını bilen askerler göndereceğiz.
Çi-Çi düşündü,mantıklı buldu.

Aradan bir hafta geçmeden yüz kadar kırmızı pelerinli kalkanlı adam Çi-Çi'nin ülkesine geldi.
Hiç Part askerine benzemiyorlardı, Hun olamayacak kadar da iri yarıydılar.
Dillerinden de pek bir şey anlaşılmıyordu.
Ve fakat; duvar işinden anladıkları belgindi.
Peki ama kimdi bu kırmızı adamlar?


















2 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Delinin Günlüğü/ Son-1



Uzun zaman sonra sokağa çıktım, gökyüzü ayva reçeli dökülmüş mavi tülbent renginde.Ya da değil bilemiyorum.
Uzun zamandır ayva reçeli görmedim.
Aslında ben ayva reçelini sevmem.

Bundan bir buçuk ay önce anadolu gezimin son gününde Antalya'daydım.
Çok ucuza satın aldığım Çin malı bir Yörük çadırının içerisinde hiç bir şey yapmıyordum.
Bu hiç bir şey yapmıyor olma hali oldukça eğlenceliydi.
Böylece aptalca şeyler yapma ihtilami de ortadan kaldırıyordum.

Çadırın sağ üst kısmından dışarıya bakıyordum, sanırım 25 kuruş büyüklüğünde bir pencerem vardı.
Sanırım siz ona ''yırtık'' diyorsunuz.
Güneşe bakarken gözlerimde bir yanma fark ettim.Burnum sulanıyordu.
Belki de sulanmıyordu, sanırım belirsizlik hastalığına tutuldum.

Bir yanlışlık var kıçımda bir ağrı hissediyorum.
Benim kıçım pek ağrımaz.
Ağrı şiddetleniyor ve azalıyor, karadenizin sonbahar dalgalarından daha hareketli.
Kapkara giyinmiş bir adam siyah bir sopayı makatıma doğru ittiriyor.
Ellerimi hareket ettiremiyorum arkamdan kelepçelemişler.
Bağırıyorum, bu sefer kafama vuruyor.
Kafama vurmamalı, çünkü acıyor.


Suçlu değilim, olmadığımı biliyorum, dayak yiyorum.
Beni tanımıyorlar, suçumu bilmiyorlar ama dövüyorlar.
Bir yerlerde yanlışlık var demek istiyorum,ama bu fazla iyimser olacak.
Belki dağlarında ardında hala iyi bir şeyler vardır.
Dağlar?

Dağlardan almışlardı beni?
Belki de ,son iyi şeyi de onlar almak istedi.

Sahi bu adamlar neden siyah giydirmişler?

Acı gerçekten kötü bir şey.
Öldürmeyen her acı güçlendirir derler.
Ben kimseye güçlenmek istediğimi söylemedim.


Suçumu söylemediler, mahkemedeki asık suratlı adam umut tacirliği yaptığımı söyledi.
Yeni bir yasa çıkmış, Umut vergiye bağlanmış.
Ben de ilk kurbanı olmuşum.

Bugün gökyüzü ayva reçeli dökülmüş mavi tülbent renginde.
Belki de değil bilemiyorum.