30 Eylül 2014 Salı

Bozuk Araba Yalnızlığı

Oturduğum turuncu çekyattan yuvarlanıp otobanın ortasına düşüyorum.
Keskin bir tükürük köfte kokusu var, lakin yakınlarda köfteci yok.
Sanki maçın başlamasına beş dakika var ve benim arabam on bin araçlık bir trafikte sol şeritte bekliyor.
Arkamda bekleşen arabaların gidişine izin vermediğim gibi kendim de ilerleyemiyorum.
Zaten çalışacağı meçhul bir arabayla neden sol şeride girersin ki be adam!

Arabaya giriyorum, maç başlamak üzere ama başlamıyor.
Hiç başlamayacak bir maç için yola çıkmış olmak başlamış bir maç için yolda olmaktan daha zor.

Sağdan soldan tanıdık arabalar geçiyor, arabalar birer birer yanımdan geçip gidiyor.
Duruyor olmak mı üzücü geride kalmak mı bilemiyorum.
Bu yalnızlık kaybeden yalnızlığı mı?
Sanmam.
Bu yalnızlık bozuk araba yalnızlığı.


Bir yere yaklaşmış olmak bir yerden uzaklaşmayı gerektirir.
Oysa ben bir yere giderken arkamda bıraktığım çam ağacına üzülüyorum.

Bu uzaklaşmalar hayra değil gibi, zaten ben de pek hayra hevesli bir adam değilimdir.
Eyvah arabam çalışıyor, çalışmıyor mu yoksa?
Asyadan avrupaya  at kafası gibi uzanmış kafası karışık anadolu gibiyim.
Götümü ortadoğuya dayayıp, kafamı avrupaya uzatmış olmanın tedirginliği var üzerimde.







27 Eylül 2014 Cumartesi

Bankacı Bekir/6





İşyerinde bir karı vardı aslında.
Bütün müdürler üstünden geçmemiş olsa tam evlenmelik karı.
Aslında o benimle evlenmek istedi, ben biraz da bu yüzden kaçtım.
Kaçtım da denilemez,kaçmak için kovalanmak gerek, oysa ben bir hayaletim.Bazen sokakta içimden geçtikleri oluyor.

Yok muyum ulan ben, yoksam biri söylesin, varsam varmışım gibi davranın.
Bak su içiyorum, yere dökülmüyor, demek ki yaşıyorum.Ama siz su içtiğimi görmüyorsunuz ki.
Beni sıradan biri sanmak gafletine düştünüz, oysa benim adım Bekir.
Bankacı Bekir, ultra süper sıradan adam.

Kahveye doğru yürürken canım sıkılmıyor hiç.
Bu salak herif şu güzelim yeşilliğin ortasına bu çirkin sıvasız evi neden yapmış acaba?
Anlayamayacağım.

Evet, memleketimin insanları plastik sandalyelerde oturuyor.
Bu sandalyeler ortadoğunun ta kendisidir bu arada.

Yahu bu ne biçim köy, Bağcılar'da bile daha fazla köylü vardı.
Şu sıvasız evler, bu gökkuşağı renginde giyinmiş çocuklar.
Danalaşmış insanlar, insansızlaşmış meralar falanlar filanlar.

Buzul çağından dahi sağ çıkmış anadoluyu ben bitirdim.
Köye dönme fikrim binlerce yıldır yüzlerce kavmin yaşadığı anadoluyu bitirdi.
Ah ulan Bekir!



Tam dört saat boyunca fındıktan konuştuk, sadece fındıktan.
Bir de Sait dayının mirasından.
Ne demek kızlara pay vermek?
Yahu Sait dayı kim?
Üstelik ben hiç konuşmadım.
Demek ki, hayalet her yerde hayaletmiş.
Mekan değiştirince kanatları çıkmıyormuş tavşanların.
Oysa sayı değiştirince tavşandan kelebek oluyordu.
Neyse,ben sayıları hiç sevmem zaten.

Ben buralara kendimden birilerini görürüm diye gelmiştim.
Tek odalı bir bodrum katının duvarlarında gördüğüm suretlere ''Benzeştiklerim'' demiş onlara mektuplar yazmıştım.
Hiç gitmeyecek mektuplar...
Gitmemiş mektuplar için beklenen cevaplar daima güzel olur.
Bırakın da bir şeyler güzel olsun lütfen.

Aslında bir seferinde Kırşehir'de bir kahvede Hüseyin adında bir adamla karşılaşmıştım.
Yan yana maç izlemiş, futboldan bahsetmiştik.
Ne oldu acaba ona?

Ben evime gideyim, balkonuma oturayım belediyenin bok akıttığı dereyi koklamadan izleyeyim.
Koklamak ne büyük özgürlük, ohhhh, mis gibi anadolu boku.
Bok.





16 Eylül 2014 Salı

Umuda Doğru

Yar hasreti boynumda urgan,
İlmik ilmik örülmüş kardeşim.
Harşit'in ardı rüyalardadır,
Rüyalar gerçeğe yakın kardeşim.


Görülmemiş sevmek, yiğidin işi,
Yiğitlik ölü, unutulmuş kişi.
Adını özlemden ayrı tutmamışım,
Vuslatlar yakın bekle kardeşim.


Bin ile dağılmış derler kime ne,
Bir daldan dökülmüş yaprak gibi.
Ağaç bizim kök biziz kime ne,
Bir derenin bin pınarı gibi.


Umut, adından gayrı mı ,
Günün geceye vardığı gibi.
Aydın mı sanırsın günleri,
Gün, kara gece gibi..


Adım adım arşınlasalam dünyayı,
Bir adımını bulur muyum?
Adını çığırsam dünyaya,
Turabına denk bulur muyum?.

13 Eylül 2014 Cumartesi

Göçer'in Defteri/Nevşehir Yolu



Nevşehir Yolu




Sabah kalkıp yola çıkarken yan çadırımızda Amerikalı arkadaşın şapkamı çaldığını fark ettim,evet şapkam çalınmıştı.
Yerine bir penye bırakmıştı, dünyanın en kirli penyesini şapkama karşılık bırakmıştı.
Şapka neydi? Şapka emekti...

İki saatlik yürüme yolu çıkmamız gerekiyordu, neyse ki yola çıkar çıkmaz bir araba bizi aldı.
Tabii ki ''Hello turiz neriye gitceniz'' dedi, ''Aleykum selam dayı yokuşu çıkar yeter'' dedim.

Adam cevap vermedi, biz de kasasına bindik.Yokuşu bu kasada çıktıktan sonra Kemer yolunu görmüş olduk, bir otostop daha yapıp dilsiz bir adamın kasalı arabasına bindik.
Belki de konuşabiliyordur ama bizimle hiç konuşmadı, zaten bu yolculuklarda geveze şoför ölüm demektir.

Kemer'e 15 kilometre kala bu arabadan da indik,yürümeye devam ettik, bir haftadır arabasına almayan kamyoncular korna çalmaya başlamıştı.Yine almıyorlardı ama varlığımızdan haberdar oldukları da belliydi.

Hemen götümü başımı kontrol ettim, herhangi bir delik çürük çarık yoktu.
Biraz daha yol yürüdükten sonra, Samsunlu bir adamın arabasına bindik, adam tabii ki Trabzon göçmeniydi.

Yolda oldukça sıkıcı ve fakat adam açısından muazzam keyifli bir sohbet gerçekleştirdik, ''Evet tabii, sizin tarlada kesin gömü vardır''

Yolculuk arkadaşım arkeolog olduğu için oldukça darlıyorlardı, her yolculukta aynı şeyleri konuştuk.
Bir tanesi heykel bulmuş, aramızda şöyle bir diyalog gerçekleşti.

-Bu kaç para eder?
-Abi bilmem ki görmek lazım
-Tamam da kaç para eder yani
-Yani hangi dönem olduğuna göre değişir
-Yahu tamam da kaç para bu
-100 bin lira eder abi

Bir doktor arkadaşım anlatmıştı, onu da paylaşayım.

-Doktor bey bir maruzatımız var, bizim hastamız bağırsak ameliyatı oldu da
-Evet
-Şeyi soracaktık biz
-Neyi?
-Hastamız gazete okuyabilir mi acaba?
-Katiyyen okuyamaz okursa ölür.

Ben gazetecilik okuduğum için bana da hep şu tepki geldi ''Sizin iş zor ya''
Annen zor, lan bu da meslek,bana da soru sorun.


Neyse,bırakıyorum bu feodal zihniyeti yolculuğa devam edeyim.
Kemer'de indikten sonra bir saat kadar yürüyüp bir otostop daha çektik, çok tatlı bir kadın aldı bizi arabasına Odtü'de okumuş, o sebepten otostopçunun halinden anlıyormuş.

Hani bir önceki yazıda bahsettiğim köfteci var ya, bizi o köfteciye götürdü yemek yedirdi, 2 bardak da ice-tea içtik.Yemin ederim ömrümde yediğim en güzel yemekti.Köfteyi beklerken gözlerim doldu.

Rastlantı bununla da bitmedi, hani uyandığımda tepemde iki tane amele görmüştüm ya, o ameleler bu ablanın ameleleriymiş.
Abla peyzaj mimarı çıktı.
Yemekten sonra bizi işyerine götürdü, bir arkadaşıyla tanıştık.
Bu arada internet üzerinden aldığı tavuğun tanesi 90 liraymış.Şok geçirdim, kendimden geçtim, civciv 1.5 lira nasıl tavuk doksan lira olabilir.
Dedim abla ver numaranı ben sana tavuk da horoz da yollarım.
Hala yollamadım ama halledeceğim.



Bu abla da bizi Antalya havalimanına kadar bıraktı, yolun geri kalanında Serik diye bir yer var, bizi arabasına alan genç bir arkadaş var.
Onun kürt nefreti falan var orayı geçiyorum.
Ama şunu söyleyeyim, Serik halkının en büyük övünç kaynağı şu ''Buraya kürt giremez''

Manavgat'ta Konya yoluna dönecektik ki hazırlık maçı olduğunu fark ettim,6222 sayılı yasadan ötürü imza atmam lazım.
Karakolu bulduk, imzamı attım, ama imza atmama gerek yokmuş ne tatlı değil mi ?
Bu arada 23 yıllık hayatımda gördüğüm tek iyi polisi de o karakolda gördüm, adam bizi pansiyonda misafir etmek istedi, isterseniz nezarette uyuyun dedi.


O gece Manavgat camisinin kapısında uyuduk, sabah imam ayağıyla dürtükledi ''Kalkın ne işiğiz var burada otel mi burası,zaten müftü gelecek beni yakarsığız'' dedi, bizi kaldırdı.

Millet kilisede bedava yaşayabiliyorken biz camilerin tuvaletine sıçamıyoruz, ondan sonra da kiliseler dinsizlerin yerleri, camiiler Allah'ın evleri diyoruz.

Hadi ben inanmıyorum bu utanç inananlara yetmiyor mu ?

Sabah uyanıp Manavgat'tan Konya yoluna çıktık, Konya yolunda 1 saatlik otostoptan sonra bir adam durdu ''Ehliyetiniz var mı gençler'' dedi, ehliyetsiz bir adamın arabasına mı binecektik?Tabii ki de binecektik.

Adam inanılmaz gevezeydi, çok fazla gevezeydi, ölümüne konuşuyordu.
Ben o kadar susuyordum ki, sanat filmlerindeki paltolu adam dahi benim kadar susamazdı.
Sevgi neydi, kesinlikle otostop değildi.


Antalya'dan Konya'ya 4 saat kadar bir zaman içerisinde vardık.Toroslardan geçerken bir doğanı izledim yaklaşım on dakika boyunca uçuşunu izleyebildim.
Benim için yolculuğun en güzel anlarıydı, ben bir Toros doğanı gördüm.



Konya'ya vardığımızda Ankara'dan yanımıza gelen bir arkadaşla buluştuk, şehri gezmeye karar verdik.
Konya'ya bir daha gitmem, umarım yolum düşmez.
1 saat gezdikten sonra saçı açık bir kız gördüm, arkasında orospu diye bağırasım geldi.
Neredeyse adamlar bile türbanlı.
Alaaddin tepesi diye bir yer var, 50 metre yüksekliği var yok.
Konya'da inanılmaz mutsuz saatler geçirdim, bu hikayede Konya'dan bahsederek vakit kaybetmeyeceğim.



Konya'dan Nevşehir'e otobüsle gitme kararı aldık, Konya Nevşehir yolu ölümüne düz, böyle bir düzlük düşünülemez.Bir otobüs 4 saat boyunca sağı solu sapsarı bir yolda hiç direksiyona dokunmadan gidebilir mi?
Vallahi de gidebiliyor.
Bence otobüslere şoför koyulmamalı o yolda.
Nevşehir'e varacağımızı düşünürken şoför olacak annesiz bizi Avanos'ta bıraktı.
''Servis var tabii abi'' diyerek, servis var mıydı? Hayır tabii ki.
Biz de Avanos'u bir görelim dedik, iyi ki de görmüşüz, Manavgat ilçe merkezi güzeldi ama Avanos  olağanüstü, bu öğütümü alın, mutlaka ama mutlaka Avanos'a gidin.


Belki de dünyanın en güzel ülkesi, çünkü dünya gördüğümden ibaret.
İnsanlar güleryüzlü, herkes mutlu, ilçenin ortasından akan kızılırmak şehri ikiye bölmüş, bölünmek bir şehre bu kadar yakışır.
Bu ülke böyle güzel olacaksa bölününce, hemen bölünsün lütfen.



Avanos'taki en ilginç şey ezanlardı, ezanlar duymaya alışık olmadığım biçimde okunuyordu.

Saat geç oldu artık Ürgüp'e varmamız lazım dedim, Ürgüp'e nasıl gideceğiz diye düşünürken bir araba gördüm, yaklaşıp nasıl gideceğimizi sordum.
Hemen buyur etti, adam tur rehberiymiş, Ürgüp'e gidene kadar anlatılabilecek her şeyi anlattı.Kendi köyüne de davet etti tabii.
Mükemmel bir insandı onu gözlerinden öpüyorum.


Ürgüp'e vardığımızda çarşıda çay içip soluklandıktan sonra çadırımızı, eski bir evin önündeki toprak araziye attık, normalde zabıtaların kafamızı kırması gerekir, ama sanırım deli olduğumuzu düşündüler.

Ertesi sabah 6 civarında uyanıp Ürgüp-göreme genel olarak Kapadokya'yı gezdik.
Hiç televizyonlarda gördüğüm gibi değilmiş, o peribacaları nasıl büyük nasıl güzel arkadaş.
Bizi dün getiren abi vardı ya, o bir peribacasında doğmuş.

Neyse efendim buralar gidilip görülsün, ama otellerden değil sokaklardan.
Şehirler sokaklarda yaşar, otellerde misafirler.
Siz siz olun gezilerinizi otellerde öldürmeyin.
Serdar Kılıç'ın güzel bir sözü vardı, ''Doğaya çocuk ekin, doğada yetişmeyen tek şey çocuktur''

Bir ata bile dokunamadan ölen insanların anılarını öpüyorum.

Buradan sonra Hacıbektaş'a gittik, ben bir kız sevdim falan filan.
Gerisini de yarın yazacağım, okuyana ilgi duyana bin selam.














Göçerin Defteri/Antalya


 Antalya///

Antalya otogarında uyandığımda şunu fark ettim ki, Antalya diye bir yer varmış.
Çünkü görmediğim bir yerin varlığına inanamam, benim için görmediğim yer, strateji oyunlarındaki haritalardaki karanlık yerler gibi.
Yani şöyle söyleyeyim, Ankara'dan sonra büyük bir çukur var ve adım atarsam yok olacağım.
Hayat dediğimiz haritada karanlık bir noktaya daha kaşif asker göndermiş oldum.

Antalya'yı anlatayım, sabah şehir merkezine bedava otobüslerle gittik.
Tabii ki inanılmaz derecede açtık, Migros'tan 2 domates iki salatalık aldık, çeşmeden suyumuzu doldurduk, çok büyük bir çılgınlık yapıp 2 tane de simit aldık.
Yani muhteşeme yakın bir kahvaltı yaptık.

Daha sonra Antalya'yı biraz gezindikten sonra şehirden 80 km uzaklıktaki hedefimize doğru yol almaya başladık.

Tam tamına 7 saat boyunca 45 kiloluk bir çantayla yürüyerek otostop çektik, başarılı olamadık.20 km'ye yakın yolu yürümüş olduk.

Antalya'nın insanında vicdan yokmuş arkadaş.
Bu 7 saatte tabii ki bir şey yemedik.Açlıktan bayılmak üzereyken bir köftecinin önünden geçtik, cennet mi köfte mi deseler tartışmam.O köfte dünyanın en güzel kokan köftesiydi.Sevgilim öyle koksa boynunu ısırırım.

Neyse efendim, bir ağaç gölgesine oturalım dedik 1 saat boyunca ağaç bulamadık.Bir apartmanın önündeki tek ağacın altına yattık uyumuşuz.
Gözümü bir açtım tepemde iki tane esmer amele.
Ellerinde kürek kazma 30 cm uzaklıktan beni izliyorlar.


Korkuyla uyandım, önce götümü başımı sonra cebimi kontrol ettim, tabii bunları erkekliğe bok sürmeyecek bir vakurlukla yaptım.

Sonra ayağa kalktım otostop çekmeye doğru yürüdüm, yarım saat sonra bir araba durdu bizi Konyaaltı'ndan 25 km daha ileri götürdü, indikten 1 dakika sonra ingiliz bir kadın ve Hakkarili sevgilisi durdu, bizimle ingilizce konuştular, biz de onları ingiliz sanıp onlarla ingilizce konuştuk.



Bir Hakkarili bir Samsunlu bir de Ordulu emperyalizme boyun eğdik ki, Hakkarili ''amına koyim'' dedi, en sonunda ortamda tek bir ingiliz olduğunun farkına varmıştık.

Bu arabadan 5 dakika sonra indik, çünkü adamlar çok yanlış yere gittiklerini fark ettiler ve geri döndüler.


Son bir otostopla Olimpos'un Çıralı köyünün muhtarının arabasına bindik.
Adam bizi gideceğimiz yere kadar bıraktı, inanılmaz bir şivesi vardı, 45 dakika boyunca konuştu ve ben 1 cümle anladım anlamadım.



Olimpos'a varınca çadır kuracak yer aradık, çünkü hemen sevişmemiz lazım, çünkü Olimpos'ta kızlar teklif ediyor.
Çünkü olimpos kerhane ya.

Çadır kurmak yasaklanmış, haberimiz yok.Salak gibi ortada kaldık, bir genç duş alıyordu halimizi anladı mağaramız var dedi.
Adamın mağarası varmış.
Çadırı mağaraya attık, 3 gün boyunca bir mağarada kaldık, biz 2 tane denizlili işsiz bir de Amerikalı bir gezgin aadı Steve.
Steve Likya yolunu yürümek için anadoluya gelmiş.



Burada kaldığımız 3 gün boyunca devamlı olarak yüzdüm, tuz insanın çükünü acıtıyor bir süre sonra.

Yanankayalar diye bir yer var burada, binlerce yıldır ateş çıkıyormuş kayalardan.
Oraya mutlaka gidin.
Üçüncü gece bir rüya gördüm, Hacıbektaş'a gitme kararı aldım.
Ertesi sabah 6da uyandık, Hacıbektaş yolculuğumuz başladı...

Devamı gelecek...


Dipnot:
Tabii ki sevişemedik, saçmalama.

Bir de şu fotoğraftaki böcek uyku uyutmuyor.














12 Eylül 2014 Cuma

Göçerin Defteri







Geziye başlamadan evvel Anadolu' yu gezerken Anadolu namına bir şey bulamama korkusu vardı içimde.
Samsun'dan Amasya trenine bindiğim ilk anda ''Turist la bunlar'' diyen dayı karşıma çıkana kadar.
Çünkü Anadolu bizatihi buydu, benim Türkçe bilmediğimi düşündü, yanındaki ile dedikodu yapacaktı,
merhaba deyince vazgeçti.



O televizyonlarda izlediğimiz yöresel insanlar yok, ''gel yi gari'' diyen teyzeleri öldürmüşler, en küçük köylerde dahi bakkallar ekonomik
hayatın en önemli birimi haline gelmiş.
Ekmek yapamayan insanların kültürünü devam etme ihtimali olabilir mi?


Samsun Amasya arası eski trenler ile 3 saat 20 dakika sürüyor ve 7 lira.
Buna karşın Samsun'da Amasya'yı görmüş insanlar şehrin toplam nüfusunun yüzde 5'i eder etmez.

Şayet siz de Amasya'ya gitmeyenlerden iseniz, hemen bir bilet alın, hemen şimdi.

Amasya kral kaya mezarlıkları 2000 yılı aşkın tarihi, Osmanlı dönemindeki önemi nedeniyle mimari açıdan mükemmel bir şehir.
Bunun dışında Yeşilırmak'ın iki kenarına kurulmuş olması da başka bir güzellik.
Şehrin kral kaya mezarlıkları tarafı tamamen eski yapılar ve konaklarla dolu iken nehrin diğer tarafı daha modern bir görüntüde.

Amasya'ya giderken havza-kavak-merzifon hattında trenin penceresinden kafamı içeri hiç sokmadım.

Ve 23 yaşımda şunu fark ettim ki eski trenlerin dili var.
Romantizm yapmıyorum, lütfen bindiğinizde 3 saat boyunca dinleyeceğiniz ve dönem dönem temposu değişen ray sesini kaydedin, anlayacaksınız.

Amasya'dan çıkmak biraz sorun oluyor, çünkü şehir merkezinin küçüklüğüne karşın ilçeler çok fazla alana dağılmış.

Şayet otostop çekiyorsanız merkezlerden uzaklaşmanız gerekir.biz de dolayısıyla merkezden dolmuşla çıkmak zorunda kaldık.

Amasya-Çorum yolunda 10 dakikalık bir otostoptan sonra bir BMW 1.8 durdu.
Otostopta böyle bir arabaya düşmek, milyonda bir olur.

180 km'nin altına hiç düşmeden 2 saate Çorum'da olduk, arabanın sahibi bize çok cömert davrandı karnımız da doydu tabii.
Kendisi biz şehir çıkışına Sungurlu'ya kadar da bıraktı.
Sungurlu'dan sonra uyuyup uyumamak arasında karar veremiyorken orta anadolunun bağrı yanık bir delikanlısı bizi arabasına aldı.

Adamın karısını aldattığı dostu ile bütün ilişkisini telefondan dinleyerek Sungurlu-Ankara yolunu da aştık tabii.
Bu arabada da şoförün şeker ikramını kıramayıp yarım kilo çikolatalı leblebi yedik.Yemese miydik?

Ankara'da bir abimiz bizi karşıladı, yemek ısmarladı.Buraya kadar sanırım sadece 10 lira falan harcadık.

(Aklınızda bulunsun, bu tip yolculuklarda çantanızda sudan sonra cevizli sucuk ve ton balığı bulundurun, ton balığı pahalı geliyorsa 2.25e konserve nohut alın)

Ankara-Antalya biletimizi de bu abi aldıktan sonra gece 01:30 arabasıyla yola koyulduk.
Sabah 7de Samsun'dan yola çıkıp Amasya'yı baştan aşağıya tavaf edip saat 22:00 civarında da Ankara'ya ayak basmış olduk böylece.

Şimdi, ben Ankara-Antalya arasını hiç hatırlamadığım için burayı pas geçiyorum.
Yazının ikinci kısmında köy köy gördüğüm İç anadoluyu, akdeniz köylüsünü, Olimpos'u ve canım Hacıbektaş'ı yazacağım.

Okuyana ilgi duyana şimdiden teşekkürler.